Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

​Korona otoriter yönetimleri arttırır mı?

Bir süredir uzak düşman halinde hayatımıza yaklaşmaya çalışan koronavirüs (Kovid 19), artık iyice yakın tehlike haline gelmiş durumda. Çin’de ortaya çıkan ve ilk başlarda otoriter Çin yönetiminin doktorları ve basını engellemesi sonucu yeterince duyulmadığı ve önlem alınmadığı için, Akdeniz’in aşırı sosyal insanları “bana bir şey olmaz” modunda sosyalleşmeye devam ettiği için, virüsün yayılma hızı oldukça yüksek olduğu için tüm dünyayı hemen hemen her konuda sıkıntıya sokan, kabus gibi bir dönemin içinden geçiyoruz.
Sanıyorum koronavirüs bir milat olacak ve artık tarihi, koronavirüsten önce ve koronavirüsten sonra diye ayırmamız gerekecek zira bu salgının ekonomi, siyaset, sağlık, sosyoloji, psikoloji gibi birçok alanda etkilemediği hiçbir şey kalmayacak gibi.
Koronavirüs hiç şüphesiz birçok alanı etkiledi daha da etkileyecek ancak şunu yazıya girmeden belirtmek istiyorum ki tüm dünyadaki sağlık çalışanlarının önemini bir kez daha ortaya koyacak, vesile ile çok zor şartlarda çalışan sağlık çalışanlarına teşekkür ederim.
Koronavirüsle ilgili kehanetlerde bulunmaktan da, komplo teorisi yazmaktan da beri durmakla birlikte virüs sonrası sosyolojik ve siyasi yönelişlerde ne tür değişimler oluşturabileceği konusunda biraz geçmişten biraz teorilerden faydalanarak akıl yürütmesi yapmayı gerekli görüyorum.
Dünya bir süredir, göçmenlerin de etkisiyle aşırı sağcı, ırkçı ve hatta otoriter, faşizan eğilimlerin arttığı bir yere doğru gidiyor. Aslında bu yeni bir şey değil; Soğuk Savaş’ın ardından, komünizm gibi sınıf siyasetinin, “komünizm tehlikesinin” yerini, kimlik siyaseti almıştı. Bunda, küreselleşmenin kimliklere yaptığı dönüştürme baskısına kimliğe sarılarak tepki vermenin etkisi olduğu gibi göçün de etkisi vardı. Özellikle Batı’ya Doğu’dan göçün etkisiyle Batı’da yabancı düşmanlığı artmış, aşırı sağcı partiler “yabancı karşıtlığı” üzerinden kutuplaşma yaratarak oy potansiyellerini arttırmayı hedeflemişti. Yaklaşık 20-30 yıllık bir süreçten sonra, abartı olmamakla birlikte, insanların yoğun küreselleşme politikaları ardından daha otoriter kişileri iktidara getirmeye çalıştığını, neredeyse 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ırk üstünlüğe dayalı, nazist anlayışın hortlamaya başladığına şahit olduk, olmaya devam ediyoruz.
Faşizm ve otoriterlik aynı şey olmamakla birlikte, otoriterlik faşist yönetimlerin başat yöntemidir. Bu anlamda faşizm, siyasi olarak İtalya’da Mussolini temelli partiyle siyasi isim almıştır. Faşizm siyasi iktidarların ulusçu yaklaşımla, baskı düzeni kurmayı hedeflediği bir yönetim biçimidir. Faşist yönetimlerde devlet en ön plandadır ve otoriterlik söz konusudur. Bu anlamda en bilinen örnekleri, İtalya’da Mussolini ve Almanya’da Hitler’dir. (Hitler ideolojisinin nasyonal sosyalist olması kafa karışıklığı oluşturmasın, otoriterlik açısından tam anlamıyla faşist bir ideolojidir yani bu anlamda faşizmin sağı solu da yoktur, mutlak otoriter bir rejimdir.)
Günümüze gelecek olursak, faşist otoriter yönetimler bir Hitler ya da bir Mussolini örneğindeki kadar katı değildir ayrıca komünizm mevcut olmadığı için faşizmin anti-komünist eğilimi çok etkin değildir ancak buna karşın faşizmin, ırka verdiği ihtimam devam etmektedir. Zaten faşist otoriter yönetimler tebalarını kontrol için ırk, din, ekonomi, sosyolojik travma gibi olguları da kullanırlar, birer araç haline getirirler.
Elbette doğrudan analoji kurmak pek mümkün olmasa da Hitler örneğinden yola çıkarak, otoriter faşist yönetimlerin iktidarı ele geçirme nedenlerine baktığımızda aslında günümüzde yaşanan olaylarla benzerlik gösterdiğini görmemiz mümkün. Hitler’i iktidara taşıyan birçok olgu olmakla birlikte en önemlisi 1. Dünya Savaşı’nın yarattığı travmalardır. Çok sayıda insanın ölmesi, tüm dünyada artan ekonomik bunalımlar, siyasi istikrarsızlıklar ve artan milliyetçilik gibi olgular hiç şüphesiz faşist otoriter rejimleri doğurduğu beslediği gibi onlara birer “kurtuluş aracı” olarak bakılmasına da sebep olmuştur.
Koronavirüsün birçok ülkede siyasileri köşeye sıkıştıracak hatta havlu attıracak, “eninden sonunda bu virüs bulaşacak, elimiz kolumuz bağlı” dedirtecek hale getirdiği ortada… Bu durum siyasi istikrarsızlık doğuracaktır. Ekonomik anlamda şuan dünyada zor duruma girmeyecek ülke yok gibi zira üretim ve tüketim belli alanlar dışında durmuş, birçok sektör kepenk kapatmış durumda. Tüm ülkeler sınırlarını kapatıyor, özellikle virüsün küresel boyutta yaygınlaşması sonucu, bırakın başka ülkenin vatandaşlarının birbirlerine birer tehdit gibi bakmasını aynı ülkelerin vatandaşları bile birbirlerine potansiyel tehditmiş gibi bakıyor. Göçmenlere karşı sınır kapatma politikaları gibi gayrı insani politikalar makul hale geliyor. Bir zorunluluk olarak devletler, özel işletmelere, özel sağlık kuruluşlarına el koymak zorunda kalıyor. Ve her şeyden önemlisi insan ölümlerinde sayılar gittikçe artıyor. Tablolar böyle karanlıkken, insanların psikolojik olarak “kurtuluş objesi, kurtuluş aracı” arayışı gittikçe artıyor. İnsanların izole olmama sorumsuzlukları sonrası devlet ve aygıtlarının bireylere zor kullanması gereği telkin ediliyor. Yani bir anlamda otoriter tutumlar davet ediliyor…
Açıkçası koronavirüsün dünyada ayrım yapmaksızın her ülkeyi ve hatta her bireyi hedef aldığı bu atmosferden çok yakın zamanda bir çıkış görünmese de eninde sonunda Allah’ın izniyle bu süreç geçecek. Eğer hayatta kalırsak arkamızda baktığımızda çok acı anıların biriktiğini göreceğiz. Ancak naçizane görüşüm, önümüze baktığımızda da tablonun çok parlak olmayacağı yönünde zira yaşanan gelişmelerin daha ırkçı, daha kapalı, daha otoriter siyasi eğilimleri, rejimleri yükseltme ihtimali korkutuyor. Tek ümidim, karantina günleri bittiğinde, evlere hapsolmuş insanların dostluk, sosyalleşme, doğa, deniz, güneş, biraz yürüyüş, bir kafede kahve içebilme gibi çok sıradan sayılan şeylerin ne kadar büyük nimet olduğunu anlayıp, üç günlük dünyada birbirimize zulmetmenin hiç gereği olmadığını anlayacakları ihtimaline takılıp kalmış durumda… Korona felaketinden sonra hayata ve dünyaya ancak bu perspektiften bakarsak önümüz aydınlık olacak gibi aksi halde otoriterliğin bulaşıcı bir salgın haline gelmesiyle birlikte daha otoriter, yaşanması daha zor bir dünya ile baş başa kalacağız.