Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Hindistan’dan Yunanistan Sınırına Anti-İslamizm

Soğuk Savaş bitip, “komünizm” bertaraf edilince, ABD önderliğindeki Batı kimliğini, Batı toplumunu yeni bir tehdit üzerinden ikame etmek, elde tutmak gerekiyordu. Böyle bir durumda önce oryantalist Bernard Lewis’in ortaya attığı daha sonra Samuel Huntington’ın teori haline getirdiği “Medeniyetler Çatışması” iddiası ile Müslümanlar ve İslâm tehdit olarak, düşman olarak gösterildi. Buna göre yeni çatışmalar Batı medeniyeti, Müslüman medeniyeti ve Çin medeniyeti arasında olacaktı.
Bu ezberletilmeye çalışılan çatışma argümanı, Müslümanların tehdit; İslâm’ın şiddet içeren bir din olduğu yaftasının propagandası özellikle uluslararası medya ve siyaset üzerinden öyle yoğun yapıldı ki, birden tüm Müslümanlar hedef haline getirildi, insan hakları ihlalleri yaşandı, bir çeşit ırkçılık olan Müslüman karşıtlığı ivme kazandı ama kimse bu duruma itiraz etmek istemedi.
11 Eylül Saldırıları sonrası İslâm karşıtı politikalar öyle sıradan bir hale gelmişti ki, Cuma namazından çıkan Müslümanların “kontrolden geçirilmesi, sakallı ve başörtülü insanların sebepsiz yere uçağa alınmaması” gibi ayrımcılık suçlarını kınamak kimsenin aklına gelmedi.
Hatta 11 Eylül Saldırılarını yapan teröristlerin, bir süre önce ABD tarafından Rusya’ya karşı finanse edildiğini sorgulamak da…
“Teröre Karşı Küresel Savaş” başlığı o kadar büyük punto yazılmıştı ki, başlığın altındaki hukukun rafa kaldırılması, nefret söylemleri ve hatta sivil katliamlarının yarattığı travmaların daha derin güvenlik problemleri doğuracağını söylediği ifadeler çok önemli olsa da es geçildi.
Tabi Müslümanlara yönelik faşizan uygulamalar sadece Batı ülkelerince yapılmıyordu. Çin mesela 11 Eylül uygulamalarını, Doğu Türkistanlı Müslümanları sindirmek için kullandı.
Batı’da ortaya çıkıp tüm dünyaya yayılan Müslümanları hedef alma modası, son olarak kendisini -öncül olaylar olmakla birlikte- Hindistan’da oldukça da yoğun bir şekilde göstermeye başladı.
Hindistan’da 2014’ten bu yana yönetimde olan Narendra Modi, sağcı Hindu milliyetçisi BJP’nin lideri. Hintli Müslümanlar daha önce de ayrımcılığa uğruyordu ancak Modi’nin iktidara gelmesiyle birlikte bu ayrımcılıklar iyice arttı.
Hindistan’da Müslümanlara yönelik ayrımcılık sadece sosyal boyutta değil, Modi eliyle Müslümanların Hindistan’da yaşam imkânları “yasal” değişiklilerle oldukça zor bir hale getiriliyor. 1,3 milyar nüfusa sahip Hindistan’da 200 milyon Müslüman yaşıyor. Ve Modi yönetimi, “vatandaşlık yasası” gibi kılıfına uydurma yöntemleri ile Müslümanları kendi ülkelerinde yabancı statüsüne almaya çalışıyor. Bir zamanlar İsrail’in Filistinlilere yaptığı gibi… kendi ülkenizde yabancı muamelesi görüyorsunuz.
Vatandaşlık yasası meselesi şöyle: Hindistan'ın çeşitli eyaletlerinde 2014'ten önce ülkeye giren gayrimüslim göçmenlere vatandaşlık verilmesine imkan tanıyan bir durum var ancak bu yasa aynı durumdaki Müslümanları kapsamıyor… Bu 200 milyon Müslümanın bir anda vatansız hale getirilmesi ihtimali taşıyor.
Keşmir, aslında özerkliği olan bir bölge ancak Modi yönetimi bu özerkli tek taraflı, keyfiyete bağlı olarak bir süre kaldırdı ve Keşmir’de oldukça yüksek sayıda insan hakları ihlalleri yaşanmasına neden oldu. Yani Keşmir üzerinden de Hindistan Müslümanlara hayatı zehir ediyor.
Hindistan’da Müslümanlara yönelik ayrımcılık öyle boyutlara ulaştı ki, Müslümanlar kimliklerini belli eden kıyafetlerle sokakta gezmeye çekiniyor. İnsanlar Cuma namazı gibi toplu yapılan bir ibadet için bir araya gelmeye çekiniyor çünkü iktidardan yüz bulan Hintli ırkçıların saldırısına uğramaktan çekiniyorlar.
Hint hükümeti bunları yaparken, Hinduların ırkçı eğilimli olanları da elbette boş durmuyor. Yönetimin göz yumması sonrasında Müslümanlara yönelik saldırgan tavırlarını günden güne arttırıyorlar.
Hindistan’daki bu ayrımcı tutumlar Müslümanlar tarafından bir süredir protesto ediliyor. Aralık ayında bu protestolar sırasında 20 kişi hayatını kaybetmişti.
Geçtiğimiz haftalarda ABD Başkanı Trump, Hindistan’ı ziyaret etti. Bu ziyaret döneminde de süren protestolar esnasında 35 kişi hayatını kaybetti. Müslümanların sadece kendileri değil camileri, evleri de saldırıya uğruyor ve Hindistan hükümeti bu konuda Müslümanları korumadığı gibi Müslümanlara yönelik şiddeti teşvik ediyor. Yine kimsenin aklına bu insan hakları ihlallerini kınamak gelmiyor.
İkinci Dünya Savaşı, Nazizm üzerine okumalar yaparken yaşanan ırkçı vahşetleri, insanlara dini, ırkı nedeniyle katliam yapılmasını anlamakta gerçekten zorlanıyordum. Daha yakın dönem okumaları yaparken artık faşizmin son bulduğu, ırkçılığın tarihe karıştığına dair ifadeler okudukça yer yer buna şahit oldukça hayata dair umutlarım artmış; geleceğin geçmişten iyi olabileceği zannına kapılmıştım. Heyhat… dünyanın her yerinden ırkçılık fışkırıyor. Hitler şuan siyasete girse temsil hakkı bulur… Yunanistan, Avrupa sınırlarına bakıyorum ülkelerindeki vahşetten kaçan siviller çırıl çıplak soyulup şiddet görüyor. Aileler sınırlarda toplama kampındaki gibi bir halde yaşamaya çalışıyor. İsrail’in Filistin sınırına ördüğü duvarların benzerleri her yerde örülüyor. Hintli Müslümanlar ülkelerinde yabancı konumuna düşürülüyor, yaşam alanları kısıtlanıyor ve hatta öldürülüyorlar. Dünyanın her yerinden ırkçılık, yabancı düşmanlığı fışkırıyor…
Öncesi olmakla birlikte özellikle Soğuk Savaş sonrası dolaşıma sokulan İslâm/Müslüman karşıtı politikalar ve siyasi söylemler, 11 Eylül’de Nirvana boyutuna ulaştıktan sonra bugün Yunanistan sınırından, Hindistan sokaklarına kadar en ağır insan hakları ihlalleri boyutuyla “öğretildiği gibi” Müslümanları hedef alıyor. Ve birçoğumuz için artık geleceğin geçmişten iyi olacağı sanrısı da ırkçı saldırıların altında kalıyor.