​Resul Tosun
Gazeteci Yazar
TT

Yüzyılın Filistin'i işgal planı

ABD Başkanıyla İsrail Başbakanı 28 Ocak 2020 tarihinde, Asrın Pazarlığı adını verdikleri bir deklarasyon yayınladılar.
Filistin sorununa Filistinlilerin katılmadığı, tam tersine şiddetle reddettiği bir plan açıkladılar.
Daha doğrusu İsrail işgalini meşrulaştıracak bir plan duyurdular dünyaya.
Uluslararası hukuku, BM kararlarını, insan hak ve hürriyetlerini yok sayan bir plan.
Adını pazarlık koydular ama pazarlık yapacak ikinci taraf yoktu bu planda.
Bu planın bir barış planı olduğunu söylediler ama barış yapılacak taraf yani Filistin tarafı yoktu meydanda.
Kendileri çaldılar kendileri oynadılar.
***
Bağımsız bir Filistin devletinin önünü açtıklarını söylediler ama Filistin devletinin kara sınırlarını İsrail’in koruyacağını, hava sahanlığının kontrolünün de İsrail’de olacağını açıkladılar!
Hem Kudüs’ün bir bütün halinde İsrail’in başkenti olduğunu söylediler hem de Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu söyleyerek herkesin aklıyla alay ettiler!
Filistin devletinin bağımsız olacağını ama bir ordusunun bulunmayacağını açıkladılar!
Filistin’in bağımsız bir devleti olacağını ama Filistin içindeki 400 civarında işgal edilmiş yerleşim birimlerinin boşaltılmayacağını, İsrail e ait olacağını deklare ettiler.
Filistin’in bağımsız olacağını söylediler ama yurtlarından atılan Filistinlilerin kendi topraklarına dönemeyeceklerini ilan ettiler.
***
Hülasa Filistinliler lehine hiçbir teklif getirmediler, aksine bugünkü işgali resmileştirmek ve meşrulaştırmak için bir kılıf sundular.
İki başkan birbirlerini alkışlayarak adeta dünya ile alay ederek barış planı, asrın pazarlığı gibi süslü ifadelerle Filistinlilerin hukukunu gasp ettiklerini duyurdular.
Onların bu şımarıklığı, bu ukalalığı, bu hak tanımazlığı, bu gurur ve kibri yeni değil. Artık önemli de değil. Onlardan hak hukuk ve adalet de beklemiyoruz.
Asıl önemli olan bu hukuksuzluğa karşı mücadele eden, Filistin’in hukukunu savunan ve koruyacağını söyleyen tarafın tutumudur.
Bu taraf bir bütün olarak İslam ümmetidir. Ümmet, halklar olarak her türlü fedakarlığa her zaman hazır olmuştur, hazırdır.
Ama sorunu asıl çözecek olan ümmetin başındaki siyasi iradedir, yönetimlerdir.
Başta Arap Birliği olmak üzere İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve duyarlı devletlerdir.
Aslında İİT, Kudüs’ü koruma gerekçesiyle yola çıkmıştır.
***
İİT, Mescid-i Aksa'nın, 21 Ağustos 1969 tarihinde Avustralyalı radikal bir Yahudi tarafından kundaklanması sonrasında İslam dünyasında uyanan tepkiler üzerine kurulmuş, ilk kez 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Rabat'ta toplanmış, 50 yıldır da toplanmaktadır.
Fakat 50 yıldır Filistinlilerin toprakları işgal edilmekte, hukuku alenen çiğnenmekte, başlarına canlı yayında bombalar yağdırılmaktadır. İİT ise Filistinlilerin hukukunu korumak bir yana kimi üyeleri ABD ve İsrail planını finanse etmek gibi bir ihanete ortaklık etmektedir.
Tıpkı 70 sene önce İsrail’in kurulmasına üstü kapalı destek verdikleri gibi.
***
İsrail'in ideolojik kimliğini doğal olarak Siyonizm biçimlendirmiştir. İsrail ilk adımı 28 Ağustos 1897 Basel kongresiyle atılmış olan Siyonist hareketin bir ürünüdür.
İsrail’in ilan edildiği 14 Mayıs 1948 -ki bu güne Filistinliler Nekbe yani büyük felaket adını vermiştir- tarihine kadar geçen 50 yıllık süreçte, önce bu projeye karşı çıkan Osmanlı devleti dağıtılmış (1918), sonra Belfor deklarasyonunun sahibi İngiltere 1948’e kadar işgal ettiği Filistin topraklarında Yahudileri istihdam ederek devlet için yeterli kadroyu hazırlamış, Filistinlilerin kimilerinden topraklarını satın almışlar ama genel olarak Filistinliler topraklarını satmaya yanaşmayınca da katliamlar yaparak gasp etmişlerdir.
***
Katliamlara birkaç örnek vermek gerekirse:
6 Temmuz 1937'de Hayfa'da Siyonist teröristler tarafından konulan bir saatli bombanın patlaması sonucu 23 Müslüman hayatını kaybetti, 79'u da yaralandı.

Menahem Begin in lideri olduğu Irgın terör örgütünün militanları Kral Davud Oteli'nin Havaya Uçurdular 96 kişi hayatını kaybetti.

9 Nisan 1948 tarihinde yine Irgun terör örgütüne bağlı militanlar sabaha doğru Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyüne baskın düzenlediler. Bu baskında yaralı olarak kurtulabilen birkaç kişi dışında bütün köy halkı öldürüldü.
12 Haziran 1939'da bugün Tel Hannan olarak adlandırılan Beledu'ş-Şeyh köyüne bir saldırı düzenlenerek bütün savunma imkanlarından mahrum 6 kişi öldürüldü.
1 Ocak 1947'de bir Filistin köyüne düzenlenen saldırıda 111 kişi öldürüldü.
31 Aralık 1947'de yukarıda adı geçen Beledu'ş-Şeyh köyüne gerçekleştirilen ikinci saldırıda köy halkından 600 kişi öldürüldü.
5 Ocak 1948'de Haganah terör örgütü Batı Kudüs'te Müslümanlara ait Semiramis Oteli'ni kundaklayıp 26 kişinin yanarak ölmesine sebep oldu.
14 Şubat 1948'de Haganah'a bağlı Gizli Palmach Ordusu'na mensup teröristler tarafından el-Celil'e bağlı Sa'sa' köyüne düzenlenen saldırıda 20 ev sahiplerinin başlarına yıkılmış ve yirmi kişi hayatını kaybetmiştir.
13 Mart 1948'de Haganah terör örgütüne mensup teröristler Kefer Huseyniye köyüne bir saldırı düzenleyerek köydeki evlerin çoğunu yıktı ve 30 kişiyi öldürdüler.
31 Mart 1948'de yine Haganah terör örgütünün militanları Hayfa - Yafa trenini havaya uçurarak 40 Filistinlinin ölümüne sebep oldular.
11 Nisan 1948'de Haganah terör örgütüne mensup teröristler el-Kastel yakınındaki Kaloniye köyüne baskın düzenleyerek birçok kişiyi öldürdü, birçoklarını da yaraladılar.
 28 Ekim 1948'de Devayime katliamı gerçekleştirildi. Bu olayda Siyonist teröristler 3000 kişiden oluşan köy ahalisini köyün camisine doldurarak kurşun yağmuruna tuttular ve çoğunu öldürdüler.
BM Filistin topraklarının bölünmesine dair karar aldığında Filistin topraklarına yerleştirilmiş olan Yahudilerin eğitim görmüş silahlı yetmiş beş bin militanı bulunuyordu. Bu silahlı militanların mevcut Yahudi terör örgütlerine göre dağılımı şöyleydi:
Haganah: 60 bin, Balamah: 5 bin, Irgun: 5 bin, Şatiron: Bin. Diğer dört bin terörist de bunların dışındaki küçük terör örgütlerine mensuptu.
İşte İsrail bu terörist militanlar tarafından kurulmuş ve yöneticileri de onların arasından çıkmıştır.
1948’de süreç tamamlanmış ve İsrail devleti otaya çıkmıştır.
Buraya kadar haydi işgalci İngiliz’i suçlayalım.
***
Peki bundan sonra İsrail’i düşman (aduw) ilan eden Arap ülkeleri ne yapmıştır?
Ümmet tepkilidir. Arap yönetimleri İsrail’i düşman ilan etmiş, onunla savaşıyor gözükmüş; ama her savaş ne hikmetse İsrail’in elini güçlendirmiştir.
Arap devletleri güya İsrail ile savaşmıştır ama hiçbir zaman ortak hareket etmemiştir. Biri saldırınca öteki durmuş hiçbiri de tek başına İsrail karşısında bir varlık gösterememiştir (1948, 1956,1967 savaşları).
İşin en garibi de İsrail karşısında hezimete uğrayanlar ülkelerinde hep iktidar olmuşlardır!
Sonra gerçekleşen Sabra Şatilla katliamından tutun kafasına estikçe Lübnan’ı Gazze’yi Suriye’yi bombalayan, suikastlar düzenleyen İsrail’e karşı hiçbir Arap devleti kılını kıpırdatmamıştır.
***
Böylesi bir dünyada ABD/İsrail, tabii ki işgal planını gönül rahatlığıyla ilan edip kameralar karşısında bir tiyatro oynayabilir.
İsrail’in işgalini meşrulaştırma planına yine en sert tepki Türkiye’den gelmiştir. Arap Birliği de günler sonra planı reddettiğini açıklamıştır, ama bir karşı duruş ve plan yoktur ortada.
Aksine kimi üyeleri plan için harcanacak 50 milyar doların tedarikçisi konumundadırlar.
Günü kurtarma amaçlı olduğu aşikardır.
Asıl bundan sonra önemli olan Filistinlilerin hukukun savunanlara düşen görevlerdir.
İsrail, yaptığının hukuksuz olduğunu çok iyi biliyor, onun için ABD desteğiyle meşruiyet arıyor.
Bu adımın meşruiyet değil tam tersine hak ihlali ve işgale kılıf olduğunu dünya kamuoyunda diri tutmak lazım gelir.
Bunun için de Filistinlilerin hukukunu savunanlar haklı olduklarını kesinlikle unutmamalı, ümitsizliğe kapılmamalı, her şeyden önce kendilerine güvenmeli ve güç birliği elde etmelidirler.
Filistin’i savunanlar hem İslam dünyasındaki hak ve hürriyetleri savunan kesimlerin desteğini kazanmaya hem de batı dünyasındaki hak ve özgürlük savunucusu kesimlerin desteğini sağlamaya çalışmalıdırlar.
Ayrıca Siyonizm’e karşı çıkan -sayıları az da olsa- Yahudilerin desteğini kazanmayı ihmal etmemelidirler.
STK’ların yanı sıra sosyal medya, ajanslar, TV’ler hülasa medyanın bütün alanları azami ölçüde kullanılmalıdır.
BM ve UNESCO gibi kuruluşlar nezdinde ortak kültür merkezi Kudüs konusunda İsrail’in tahribatı gündemde tutulmalıdır.
Özellikle İslam ülkelerinin yönetimleri Filistin’i koruma konusunda protesto, gösteri, yayın ve benzeri yollarla teşvik edilmeli ve asla şiddete başvurulmamalıdır.
İsrail ve ABD hem kamuoyunda hem diplomatik mahfillerde baskı altında tutulmalıdır.
İsrail şımarıklığından vazgeçer mi?
Biz, bize düşeni yapalım yeter, biz zafer ile değil sefer ile memuruz.
Biz zaferi hak edelim, sahibinin işine karışmayalım değil mi?