Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Erkekliğin karanlık tarafı: Kadına karşı şiddet

Erkeğin insanlığını unuttuğu ve kadını yok sayarak yaraladığı ve tükettiği kadim bir suçla insanlığımız sürekli olarak zayıflamakta ve yozlaşmaktadır. Kadına karşı şiddet insanlığa karşı işlenen bir utanç ve suç olarak dünyada önemli bir insanlık sorunu olmaya devam etmektedir.
Dünyada kadına karşı şiddete karşı ortak mücadele konusunda küresel bir farkındalık ve hareket tarzı oluşturmak için 25 Kasım günü kadına karşı şiddetle mücadele günü olarak kabul edilmektedir. Kadına karşı şiddetle mücadele edebilmek için bu konuda ortaklaşmaya ve dayanışmaya ihtiyaç vardır.
Ortak insanlık kavramı etrafında gerekçesi ve ne adına olursa olsun kadına karşı şiddetin meşrulaştırılmayacağı konusunda insani bir mutabakatın ve ortaklaşmanın oluşturulması lazımdır. İkinci olarak kadına karşı şiddet suçuyla bireysel ve lokal düzeyde mücadele etmek önemlidir, ama yeterli değildir. Kadına karşı şiddetle mücadele etmek için bireysel, toplumsal, lokal ve küresel düzeylerde insani dayanışma gereklidir.
Kadına karşı şiddetin bir insanlık suçu olarak kabul edilmesi lazımdır. Kadına karşı şiddet, sadece kadına karşı işlenen bir suç değildir, insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Kadını kişi ve insan olarak kabul etmeyen ahlak ve insanlık dışı yaklaşımlar, inançlar, alışkanlıklar ve değerler sonucu kadın, şiddetin hedefi ve kurbanı haline getirilmektedir.
Kadını haklarıyla ve özgürlükleriyle tam insan ve birey olarak tanıyan ahlaki ve insani bir zihniyeti, erkeklerin içselleştirilmesi lazımdır. Kadın konusunda birçok erkeğin, hastalıklı, sorunlu, anormal, gayri ahlaki ve insani bir yaklaşımı vardır.  
Kadın sorunu diye bir sorun yoktur, olan erkek sorunudur. Kadını tam bir birey olarak görmemek, erkeğin kolaylıkla kadına karşı şiddet yapma sapkınlığı içerisine sokabilmektedir. Kadın konusunda erkeklerin dünyasında bir duygusal, düşünsel ve davranışsal devrimin gerçekleştirilmesi lazımdır. Başka bir ifade ile erkekler, kendi dünyalarında bir kadın devrimi gerçekleştirmelidirler. Erkeklerin gerçekleştirmek zorunda oldukları kadın devrimi, kadını eşit, özgür ve onurlu kişi olarak görmeye dayanmalıdır.
Kadına karşı şiddet eğilimi ve davranışı, erkeğin doğuştan sahip olduğu doğal bir durum değildir. Kadına karşı şiddet yapmayı erkek, sonradan içinde yetiştiği ve büyüdüğü toplumdan ve kültürden öğrenmektedir. Kadına karşı şiddeti meşrulaştıran ve öğreten her türlü sosyal, kültürel ve dinsel kuralın, kurumun ve değerin sorgulanması gerekmektedir. Şiddet, insanı kemiren, yozlaştıran ve tüketen sıradan bir kötülüğe indirgenemez. Kadına karşı şiddet konusunda dinsel, kültürel ve sosyal gerekçeler ileri sürerek kayıtsızlaşmak, duyarsızlaşmak, düşüncesizleşmek ve duygusuzlaşmak en büyük tehlikedir.
Kadına karşı şiddet konusunda çok duyarlı, duygulu ve düşünceli olmaya gereksinim vardır. Kadına karşı duyarsızlık, duygusuzluk ve düşüncesizlik, kadına karşı şiddet dediğimiz insanlık suçunun işlenmesine, yaygınlaşmasına, toplumsallaşmasına, kültürelleşmesine ve dinselleşmesine neden olmaktadır.
Kadına karşı şiddetin işlendiği bir yerde medeniyetten söz edemeyiz. Kadının onur, özgürlük ve hak sahibi birey olduğu gerçeği, evrensel medeni bir değerdir. Kültürel ve toplumsal normlar, kadın-erkek eşitliği ve kadına karşı saygı değerleriyle bağdaşmıyor olabilirler.  Kadın aleyhine olan kültürel ve toplumsal cinsiyet normlarının aşılıp kadın konusunda evrensel, medeni ve ahlaki değerlere ulaşılması için çaba gösterilmelidir. Gerçek bir insani aydınlanma, kadın-erkek eşitliğinin insanlığımızın temelini oluşturan asli gerçekliğimiz olduğunu fark ettiğimizi ve bu gerçekliği içselleştirdiğimiz anda meydana gelecektir.
Aile, erkeğin kadına istediği her şeyi yaptığı bir yer ve kurum değildir. Aile, kadın-erkek eşitliğinin somut olarak yaşandığı bir yer olmalıdır. Kadınlar, eşlerinden, sevgililerinden, ebeveynlerinden veya kardeşlerinden aile içinde şiddet görmektedirler. Kadına karşı şiddetin olduğu bir yer, artık aile vasfını ve işlevini yitirmiştir.
Kadına karşı şiddet olgusu, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışıyla aile kurumunun karanlık taraflarını görmeme şeklinde ölümcül bir yanlışa insanları sevk etmemelidir. Aile kurumunun yeniden tanımlanması ve aile içi ilişkilerin hukuk ve ahlak çerçevesinde yeniden oluşturulmasına ihtiyaç vardır. Aile, erkeğin kadın üzerinde egemen olduğu bir yapı değildir. Aile, kadın ve erkeğin eşit hak ve özgürlüklere sahip olduğu eşit bireyler olarak yaşadıkları bir yapıdır. Kadına karşı şiddetle mücadele, ailede başlar.
Kadınlar, erkeklerin istedikleri gibi kullanacakları,  sömürecekleri, işleyecekleri hakim olacakları, dövecekleri tarlaları veya mülkleri değildirler. Kadın, erkeğin elinde eşya veya mülk değildir. Kadın, insandır. Erkeğin kadını insanlığından soyutlayarak kullanması ve istismar etmesi insanlığın, hukukun, ahlakın ve aklın birlikte ortadan kalkması gerekmektedir.
Kadın ve erkek herkesin görevi, ahlak, adalet ve akıl ölçülerine uygun bir hayat yaşamaktır. Kadına şiddeti reva gören bir hayatın erkeklikle, akılla, ahlakla ve adaletle bağdaşması mümkündür. Erkeklerin kadına şiddet uygulamak gibi bir vahşete batmamaları için kadına duyarlı, duygulu ve düşünceli bir aklı, ahlakı ve hukuku keşfetmeleri ve benimsemeleri lazımdır.