Şerif Egemen Ahmet
Gazeteci
TT

Filistin ve 'ah vah' siyaseti

Beyaz Saray’daki makamına oturduğu 2017 yılının başından bu yana icraatlarıyla seçim sloganının aksine “Amerika’yı değil İsrail’i büyük yap” düsturuyla hareket eden ABD Başkanı Donald Trump, Tel Aviv hükümeti lehine attığı adımlarına bir yenisini ekledi. Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Filistin’in işgal altındaki Batı Şeria bölgesinde yasa dışı olarak inşa edilen Yahudi yerleşim birimlerini “artık hukuk dışı görmediklerini” duyurdu. İsrail’in yerleşimlerle Filistin’i yok etme planını kınamaktan başka bir işe yaramayan Birleşmiş Milletler kararlarının çiğnenmesi anlamına gelen bu açıklama, Trump’ın İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya verdiği hediyelerin sonuncusu. Tıpkı 6 Aralık 2017’de ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıması, 31 Ağustos 2018'de BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na yapılan mali yardımların durdurulması, 10 Eylül 2018'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Washington'daki ofisinin kapatılması, 25 Mart 2019’da Suriye’den işgal edilen Golan Tepeleri’nin İsrail toprağı olarak tanınması gibi…
Trump yönetiminin son adımı, Filistin-İsrail sorununu daha fazla çözümsüzlüğe sevk ediyor. Fakat aslında her şey Beyaz Saray’ın Cumhuriyetçi Başkanı’nın arzu ettiği Ortadoğu’ya barış getireceğini savunduğu “Yüzyılın Anlaşması”na uyumlu şekilde ilerliyor. Filistin-İsrail arasında yeni ve kapsamlı bir barış anlaşması olarak tanıtılan proje, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarının sonsuza dek Tel Aviv’in hakimiyeti altına girmesine olanak sağlıyor. Yani bir anlamda işgali meşrulaştırıyor. İlk duyulduğunda Filistin’in kabul etmeyeceği bilinen anlaşmanın zorla imzalatılabilmesi içinse –tam da ABD’nin yaptığı gibi- Arap muhatabın yok edilmesi gerekiyor.
Planın bir tarafında İsrail’in yer aldığı kesin. Peki bu anlaşmanın diğer tarafı kim? İsrail’le ortak projeler yürüten ve Batı Şeria’dan kafasını dahi uzatmayan Arap sokağının kısık sesi Filistin yönetimi mi? Filistinli çocukları Gazze Sınırı’ndaki gösterilerde İsrail askerlerinin üzerine sürerek ölüme gönderen Hamas mı? İşlevini yitirerek nostaljik bir özne haline gelen FKÖ mü? Yoksa tek varlık nedeni Filistin’deki İran nüfuzunu garanti altına almak olan İslami Cihad mı?
Yukarıda adı geçen hiçbir grup, Filistin-İsrail sorununda kendisini ispat etmiş bir aktör değil. Bu gruplar, sahadaki varlığıyla ve mücadelesiyle uluslararası arenada herkesçe muhatap kabul edilmiyor. Dahası, Filistin halkının siyasi önderi olma vasfına da sahip değiller. Zira 13 yıldır süren İsrail ablukası sebebiyle açık hava hapishanesine dönmüş Gazze’de yaşayan bir çocuğa umut vermekten acizler. Dolayısıyla böyle bir toplamın elinde kıvranan Filistinliler için çözüm “ah vah” siyasetinden öteye geçemiyor. Her açıklamada İsrail ordusunun şiddeti veya onu meşrulaştıran Amerikan desteği kınanıyor.
Tüm siyasi liderlerinin İsrail’i kınayan bildiriler yayınlayan yazı işleri memurlarına dönüştüğü bir ortamda Filistin’in hak ettiği barışa kavuşması mümkün mü? Elbette hayır. Zira öncelikle barış masasının bir tarafında kesinlikle Filistin’i yek bir vücut olarak birleştirmiş, taleplerini savunan ve gençleri kör kurşunların önüne atmayan bir siyasete ihtiyaç var. Bu da ancak Filistinlilerin köhnemiş politikacıları tarihin çöplüğüne göndermesiyle mümkün. Öyle ki Araplar sadece Ramallah’ta değil, İsrail’de de sokağa çıkarak işgalden bıktıklarını Yahudilerin belleğine kazımak zorunda.
Yine de unutulmamalı ki barış, iki tarafa muhtaç. Filistin’in karşısında oturan İsrail’in de Filistin’in taleplerine ikna olması gerek. Bu nedenle sorunun çözümü, Aşdod’da yaşayan Yahudi’nin kendi devletinin işgalci şiddetine “Dur” demesinden geçiyor. İsrailliler hükümetlerinden talep etmedikçe güvenlik güçlerinin Filistin’e yönelik işgal politikası değişmeyecek. Bunun olması için Filistin’in ulusu birleştiren ve halkın taleplerini dile getiren aktör olmaya aday bir yeni bir siyasete ihtiyacı var. Ne yazık ki bunun yolu “ah vah siyasetinden” geçmiyor.