Cibril Ubeydi
Libyalı araştırmacı yazar
TT

Mezhepçilik: Lübnan krizinin gerçek yüzü

Saad Hariri’nin istifası, büyüyen ve yılların mirası olan Lübnan krizinin çözümü değildir. Gerekirse Sedir devrimini tekrarlamakta kararlı görünen Lübnan sokağının eylemlerini sona erdirecek şey Hariri’nin istifası değildir.
Her ne kadar Hariri, mezhepçilik yerine halkın safında yer almayı tercih etse de bu istifa, öfkeli kalabalıkların ne talebi ne de hedefidir. Hizbullah milislerinin lideri Hasan Nasrallah’ın, daha sokaklara inmedikleri, indiklerinde sonu gelmez bir kaos yaratacakları ile tehdit ettiği halk hareketinin nedeni mezhepçiliktir.
Birden fazla yerde Hizbullah milislerinin zorbalığına maruz kalan öfkeli kalabalıklar, Hasan Nasrallah’ın milislerinin bu korkutma ve caydırma amaçlı saldırılarına boyun eğmediler. Nasrallah, hükümetin istifa etmeyeceğini ve mezhepçi el-Ahd yönetiminin devrilmeyeceğini vurgulasa da Saad Hariri, ne ona ne de milislerine boyun eğmeyeceğini deklare etmek için Baabda Sarayı’na giderek Cumhurbaşkanı’na istifasını sundu. Hariri böyle yaparak suikaste kurban gitmeden önce eşsiz bir Lübnanlı lider olan babası Refik Hariri’nin prestijini geri kazandı.
Lübnan, 1943 yılında tesis edilen ve mezhepçi versiyonda bir demokrasi olgusunu ortaya çıkaran siyasi sistemden dolayı çok acı çekti.
Bu sistem bir tür kalıcı ve hareketli bir fitneydi. Özellikle Tahran’a bağlı Hizbullah gibi silahlı, ideolojik temelli bir milis gücün varlığının gölgesinde dış güçler, istedikleri zaman bu fitneyi harekete geçirebiliyorlardı. Bu da Lübnan’ın kimi zaman üzerinde uzlaşacak bir isim olmadığı için cumhurbaşkansız kimi zaman da tam teşekküllü bir hükümetsiz kalmasına neden oluyordu. Bunun halen devam etmesinin nedeni ise Hizbullah’ın varlığıdır.
Lübnan’daki krizin nedeni tam anlamıyla mezhepçiliktir. Bu mezhepçiliği de Hizbullah, üretmekte, beslemekte, benimsemektedir. Lübnan’ı İran kampına bağlayarak kendisini empoze etmeye çalışmaktadır. The Independent’dan bir muhabirin daha önce Lübnan krizi ile ilgili yaptığı bir analizde şöyle deniyordu: “Lübnan’ın modern bir devlet olabilmesi için ilk önce mezhepçiliği reddetmesi gerekiyor. Ama o zaman da Lübnan olamaz. Çünkü mezhepçilik onun kimliği. Lübnanlılar ondan daha iyisini hak ediyorlar. Ama Lübnan Fransızların, Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazından yarattıkları bir ülke”.
Hizbullah, bölgede İran’ın bir uzantısına ve sivil bir siyasi partiden devlet içinde ama onun kontrolü dışında silahlı bir milis güce dönüştüğü zaman dünya çapında birçok kirize ve soruna neden olan bölgesel hatta neredeyse küresel bir olgudur.
Lübnan’daki gelişmeleri takip edenler, sırtını dış güçlere yaslayan, devlet içinde devlet gibi hareket eden Hizbullah’ın, çalkantılı ve ara ara patlak veren iç savaşların eşiğinde bir Lübnan’ı korumak için olayları nasıl kontrol etmeye çalıştığını fark edeceklerdir.
Ekmek ve yüksek fiyatlar krizinden kotaya dayalı demokrasisine kadar Lübnan’ın pek çok sorunu istismar eden bölgesel ve küresel güçler, onun bu durumda kalmasını istiyorlar. Lübnan’da sistem, mezhepçi çoğunluğa dayalı bu kota sistemi nedeniyle 3 başlı ve parçalanmış bir yapıya sahip bir sistemdir.
Lübnan, kaynakların kıtlığı, iç ve dış müdahalelerin gölgesinde yüksek fiyatlar, yoksulluk, açlık ve hastalıktan muzdariptir. Lübnan’a politik ve mezhepsel bölünme hakimdir.
Lübnan yetmişli yıllarda bir iç savaş yaşadı. Bu savaş, yönetimin mezhepler arasında paylaşımını garanti eden Taif anlaşması ile sona erdi.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Hizbullah’ın safında yer alması açık bir şekilde Taif anlaşmasının ihlalidir. Taif anlaşması, her ne kadar 1988 yılında Avn’ın cumhurbaşkanı olmasına izin vermese de 2016 yılında cumhurbaşkanı olmasını sağlayan da odur. Taif anlaşması seksenli yıllarda iç savaşı sona erdirmek için imzalanmıştı ve o dönemin şartlarında krizi çözmek için bundan daha iyi bir anlaşma yapmak mümkün değildi.
Cumhurbaşkanı Avn, Hizbullah ile aynı safta yer alarak Lübnan cumhurbaşkanlığı makamını adeta devletin emri altından olmayan silahlı bir milis gücü ile aynı kefeye koydu.
Bu silahlı grubun devletin emrinde olmadığının kanıtı, Lübnan sınırları dışında Suriye, Irak, Yemen, Gazze ve hatta Libya'daki açık askeri müdahaleleridir. Eğer Lübnan’da yönetim, Hizbullah’ı siyasi ortağı olarak görüyorsa bu, Lübnan devletinin de yasal olarak Hizbullah’ın işlediği suçlardan sorumlu olduğu anlamına geliyor.
Hizbullah’ın işlediği suçları işlemiş sayılıyor. Bu nedenle Avn’ın, Lübnan’ı İranlı bir ruh ile yönetmeye çalışan Hizbullah’tan kurtulması ve ondan bağımsızlaşması gerekiyordu.
Lübnan bugün, mezhepçiliğin üretimine ortak olmayan, iç savaş döneminde daha doğmamış olan yeni bir neslin gölgesinde yaşıyor.
Bu nesil özellikle mezhepçi bir kalıp içerisinde yaşamak istemediği için mezhepçilikten daha kolay kurtulacaktır.
Dolayısıyla bütün Lübnanlılar için yeni bir Lübnan inşa etmek amacıyla bu nesil, mezhepçilik devrilene kadar meydanları terk etmeyecektir.