İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

​Irak’tan Lübnan ve Suriye’ye: Tek ve ortak tehdit

ABD Başkanı Donald Trump, ABD güçlerinin petrol bölgeleri dışında Suriye’den çekilmesinin tamamlanması nedeniyle kendisini ve halkını tebrik ederken genel olarak Batılı başkentler de Irak, Lübnan ve Yemen’de olayları yatıştırma konusunda birbirleri ile yarışıyorlar.
Herkes hükümetlerin kuruluşunu hızlandırmak ve gerilimi azaltmak istiyor. Bu nedenle herkes sorunu bir hükümet değişikliğinden ibaret görüyor. Bölgenin yaşadığı değişimleri kabul etmek istemiyor. Ancak siyasi elitlere ve yolsuzluğa karşı 3 haftadan kısa bir süre önce başlayan ve Saad Hariri hükümetinin istifasına yol açan son Lübnan ayaklanmasının ilk anlarından itibaren Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Lübnanlılara öğüt veriyor ve onları yönlendiriyor. Tehdit ediyor ve suçluyor.
Irak da benzer bir halk hareketine tanık oluyor. Hükümet ve meclisin istifasını talep eden gösteriler ülkenin güneyindeki ve merkezindeki Şii bölgelerde yoğunlaşıyor. Bu gösteriler sırasında birçok kişi hayatını kaybetti ve yaralandı. Göstericiler, Ali Hamaney ve Kasım Süleymani’nin posterlerini yırtıp yaktılar. Raporlar ise Irak’taki gösterileri bastırmak ve göstericileri dağıtmak için Kasım Süleymani’nin Lübnan’dan Irak’a geçtiğine işaret ediyorlar.
Her 2 durumda da parmaklar suçlu olarak tek bir tarafı işaret ediyor. O da İran liderliği.
Bu  çok doğal. Çünkü fiili olarak Tahran’a bağlı milis güçlerin işgali altında olan Irak ve Lübnan’da yaşam koşullarının kötüleşmesinin nedeni olarak İran’ı görmemek aptallıktır.
Lübnan’da Hizbullah, ülkenin yeteneklerden boşalmasına, yatırım ve kaynaklarından mahrum kalmasına, yolsuzluğun üstünün örtülmesine ve hizmet sektörlerinin yok olmasına neden oldu.
Irak’taki Haşdi Şabi işgali ise Irak’ın dev ekonomik kaynaklarını ve zenginliklerini sömürdü ve sömürmeye devam ediyor. İran’ın Irak ekonomisi üzerindeki egemenliği altında 52 bin fabrikanın kapanmasına neden oldu.
Yakın bir zamanda ABD’de yayınlanan 2 değerli çalışma, Irak, Lübnan ve Suriye’de olup bitenleri bazı yönleri ile ele aldı.
Bu çalışmalardan ilki eski Iraklı bakan ve büyükelçi Samir Sumaidaie’ye ait ve Atlantic Council tarafından yayınlandı.
Hizbullah’ın Lübnan ve Suriye’de Dürzilere yönelik artan tehdidini ele alan ikinci çalışma ise Etana Syria Araştırma Kurumu’nun işbirliği ile Doğu Araştırma Merkezi tarafından yayınlandı.
Samir Sumaidaie araştırmasında şu ifadelere yer veriyor: “Washington’da bazıları Irak’ta ekim ayından bu yana devam eden gösterilere rağmen mevcut Irak hükümetini desteklemek ve göstericilerin meşru talepleri ile başa çıkmakta kendisine yardım edilmesi gerektiğine inanıyorlar. Bu kişilerin gerekçeleri ise; “mevcut hükümetin alternafi nedir?”, “tanıdığın şeytan tanımadığın şeytandan daha iyidir” ve “mevcut hükümetin seçilmiş ve anayasal olarak meşru bir hükümet olduğu ve kendisine meydan okumanın kaos anlamına geldiğidir.”
Sumaidaie, bu analizin uygun olabileceğini ancak öfkeli sokak hareketlerin patlamasına neden olan sebepleri görmezden geldiği için yanlış olduğunu belirtiyor. Çünkü 2018’in mayıs ayında düzenlenen seçimler halk tarafından geniş bir şekilde boykot edildi. Her ne kadar kendisi seçmenlerin yüzde 44’nün oy kullandığını ileri sürse de bazıları bu oranın çok daha düşük olduğuna inanıyor. Ancak tam oran bilinmiyor çünkü bir sonraki ay (Haziran’da) şüpheli bir yangında seçim sandıklarının yarısı yandı. Sonuçları da bağımsız olması gereken ama öyle olmayan Irak Yüksek Seçim Komisyonu düzeltti.
Eski Bakan ve Büyükelçi, siyasi rejimin “yasallığı”nın şaibeli olduğunu da sözlerine ekliyor. Çünkü Irak anayasası cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı seçimlerinde uygulanan kota sisteminin aksine din, mezhep ve etnik temelinde ayrımcılığı yasaklıyor. Aynı şekilde milis güçlerini de yasaklıyor. Ama Irak’ta İran’a bağlı olduğu açıkça bilinen birçok milis gücü var. Yine iktidardaki seçkinlerin, gelişmiş ve ayrıntılı bir adam kayırmacı sistemi ile ülkenin ana gelir kaynağı olan petrol gelirlerini ceplerine doldurduklarını dile getiriyor. Dolayısıyla durum bu kadar umutsuz olmasaydı gençlerin kendilerine gerçek mermilerle karşılık verilmesine ve hayatlarını kaybetme tehlikesine karşın gösteriler düzenlemeyi sürdürmeyeceklerini ifade ediyor.
Sonuç olarak; mevcut haliyle Irak hükümetinin bütün vaat ve iddialarına rağmen siyasi bir irade ya da sağgörülü ve doğru bir yönetim sağlama iradesine sahip olmadığını belirtiyor.
Doğu Araştırmaları Merkezi’nin çalışmasının başlığı ise “Böl ve Yönet: Hizbullah’ın Dürzilere Yönelik Artan Tehdidi”.
Bu çalışmayı hazırlayanlar, derin politik, mezhepçi ve ailevi bağların Ortadoğu boyunca Dürzilerin dış tehditlere karşı birleşik halde kalmasına olanak tanıdığını ifade ediyorlar. Ancak Suriye’de 8 yıldır devam eden savaş ile Şam rejimi ve müttefiklerinin koordineli bir şekilde yürüttükleri kampanyanın halihazırda Dürzilerin bölgesel olarak siyasi gerçeğini sarstığını belirtiyorlar. Askeri ve siyasi gücünü ortadan kaldırmakla tehdit ettiğini ifade ediyorlar. Hizbullah’ın İran’ın desteği ile yürüttüğü kampanyanın Dürzilerin birliğini yıkmaya, aralarında fitne ateşini yakmaya, Dürzi grupları birbirlerine karşı şiddet eylemlerinde bulunmaya azmettirmeye çalıştığını söylüyorlar. Bunun da İran tarafından desteklenen milis güçlerin, Dürzilerin çoğunlukta olduğu Suriye’nin Suveyda şehrini ele geçirmelerinin önünü açtığını dile getiriyorlar.
Çalışma ayrıca Hizbullah’ın Beyrut’tan Suveyda’ya Dürziler arasındaki bölünmeyi derinleştirmek için başvurduğu yöntemleri de açıklıyor ve bununla ilgili şu bilgileri veriyor:

  • Halihazırda Suveyda’da görev yapan milis güçlerin yaklaşık %60’ı Hizbullah ile bağlantılıdır. Hizbullah bu genişleme ve seferberlik çalışmalarını tüm hızıyla sürdürüyor.
  • İran’ın hazırlamış olduğu strateji kapsamında Hizbullah, Lübnan ve Suriye’deki Dürzilere 2 yönden saldırıyor. Lübnan’da Dürzileri bölmeye, Velid Canbolat liderliğindeki en büyük gruplarını zayıflatmaya çalışıyor. Kendisine rakip olanları destekleyip kendisine karşı kışkırtıyor. Son olarak Kabr Şamun hadisesinde olduğu gibi Dürziler’in bölgelerinde şiddet olaylarının ve çarpışmaların yaşanmasını teşvik ediyor.
  • Suriye’de Hizbullah ve İran, Suveyda ilinin sınırlarında yaşayan Bedevilerden milis güçler oluşturup bunlarla Dürzileri korkutup kendilerine şantaj yapıyor. İl sınırları içerisinde kaçırma ve suikastler gibi organize suçların işlenmesine teşvik ediyor. Canbolat ile Golan Tepeleri’ndeki Dürziler arasında fitne tohumları ekmeye çalışıyorlar.
  • İsrail’de ise Hizbullah, Filistinli Dürziler ile sağcı İsrail hükümeti arasındaki ilişkilerin gerilmesinden (özellikle de İsrail’i Yahudi devleti olarak tanımlayan yasa ile ilgili tartışmaların ardından) yararlanarak oradaki Dürzileri mobilize etmeye çalışıyor. Böylece nüfuzunu işgal altındaki Golan’a bitişik Cebel-i Şeyh dağının eteklerinde bulunan Dürzi köylere kadar genişletmeyi amaçlıyor.

Bana göre; Irak ve Lübnan’da yaşananlar, İran ve Devrim Muhafızları’nın Irak, Suriye ve Lübnan aracılığıyla Tahran ve Beyrut arasında oluşturmaya çalıştığı stratejik kara koridoru göz önüne alındığında her 2 çalışmada çok önemlidir.
Nitekim bu 3 ülkenin gerçek askeri yöneticisi olan Kasım Süleymani, uluslararası toplumun sessizliğinden hatta belki de göz yummasından güç alarak bu planını adım adım gerçekleştiriyor.
En büyük umudumuz çektikleri acılara dayanamayarak ayaklanan Iraklılar ile Lübnanlıların iradelerinin bu işbirlikçi sessizliği kırmasıdır.