Susuzluk Afrika’yı nereye götürüyor?

Kenya, 21. yüzyılın ilk on yılında yaşadığı kuraklık nedeniyle 3 milyar doların üstünde kayba uğradı (Reuters)
Kenya, 21. yüzyılın ilk on yılında yaşadığı kuraklık nedeniyle 3 milyar doların üstünde kayba uğradı (Reuters)
TT

Susuzluk Afrika’yı nereye götürüyor?

Kenya, 21. yüzyılın ilk on yılında yaşadığı kuraklık nedeniyle 3 milyar doların üstünde kayba uğradı (Reuters)
Kenya, 21. yüzyılın ilk on yılında yaşadığı kuraklık nedeniyle 3 milyar doların üstünde kayba uğradı (Reuters)

Emani et-Tavil
Kaynakları bakımından büyük bir zenginliğe sahip olan Afrika kıtası paradoksları ve çelişkileriyle her zaman bizleri şaşırtmayı başarmıştır. Dört bir yanı her türlü doğal kaynakla dolu olan bu kıtanın insanları fakirlik ve bir kısmı da açlıkla mücadele ediyor. En önemlisi de insanın hayatta kalması için en büyük ihtiyaçlarından biri olan su kaynakları konusunda oldukça yoksullar.
Belki de bu paradoks, Fas Lojistik ve Su Bakanlığı ile Cenevre'deki Küresel Su, Çevre ve Sağlık Enstitüsü’nün (Global Institute for Water, Environment and Health - GIWEH) işbirliğiyle bu ayın başlarında Fas'ın Marakeş kentinde gerçekleşen Uluslararası Su Güvenliği Zirvesi'nin yapılmasının nedeniydi. Zirve, Mart 2021’de Senegal’in başkenti Dakar’da düzenlenecek olan 9. Dünya Su Forumu (WWF) için bir ön hazırlık çalışmasıydı.
Su güvenliği
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia kaynaklı haberine göre, Ekim ayında Kahire’de yapılacak Dünya Su Konseyi’nin (WWC) toplantısında Mısır ile Etiyopya arasındaki Nahda (Rönesans) Barajı krizinin yankılarının olması bekleniyor. Konu, kulislerdeki tartışmaların ana gündem maddesi olurken herkes, “Krizle başa çıkmak için ne yapmalı?” sorusunu soruyor.
Su güvenliğinin son derece hassas bir konu olması, şu anda sosyal barış ve ekonomik kalkınma arasında organik bir bağ oluşturuyor. Mısır ve Etiyopya arasındaki krizin, kısmen bölge güvenliği ve kısmen de uluslararası güvenliği etkilemesinin nedeni de budur. Mısırlılar sadece 500 metreküp su payıyla sudan adeta yoksun kalırken Etiyopya, barajı Afrika suları için bir çeşme olarak sınıflandırıyor. Bu durum, özellikle su, enerji, gıda güvenliği ve iklim değişikliğiyle olan bağlantısı nedeniyle çatışmayı değil, işbirliğini ve ortak bir politika izlenmesini gerektiriyor.
Yenilik gerekiyor
Afrika kıtasındaki tüm bu zorluklar, su konusunda bilgi ve yenilik yapılması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu nedenle GIWEH, su kaynaklarına yönelik bağımlılığı azaltma ve bu kaynaklarının kullanımına yeni bir soluk getirme alanlarında yenilikçiliği teşvik ederek su alanındaki çabalarını yoğunlaştırdı.
Bu bağlamda Marakeş’te düzenlenen Su Güvenliği Zirvesi yan toplantılarında yapılan bir törenle güneş enerjisini kullanarak çiyden su çeken akıllı şehirler inşa etme projesi olan ECO adlı teknolojiyi sunan Mısırlı bir gençlik şirketine ödül verildi. İnsanların su ve enerji kaynaklarına olan bağımlılığını giderek azalmayı hedefleyen bu teknoloji, şirketin Mısır ve Fas hükümetleri tarafından desteklenen yeni bir alanda lider olmasını sağladı.
Belki de Marakeş’de ortaya atılan bu teknoloji, havza düzeyinde etkili su yönetimi için gerekli mekanizmaların geliştirilmesinin önünü açabilir. Bazı ülkeler, bu alandaki deneyimlerini paylaşırken Finlandiya ve Fas arasında bu konuda bir mutabakat zaptı imzalandı. Bununla birlikte Fas suyla ilgili endişelerinin bir göstergesi olarak Marakeş’te Afrika ve Ortadoğu’nun ilk su müzesinin açılışını gerçekleştirirken, suyu korumaya dair tarihi tecrübesini ve kullanılan araçları sergilemeye başladı.
Tüm dünya endişeli
UNICEF'in 2017 yılında yayınladığı raporunun, suyla ilgili tüm dünyanın endişelerini ortaya koyması bizi haklı gösterebilir. Raporda, 2015 yılında Dünya nüfusunun yüzde 11'inin (844 milyon kişi) suya erişimi olmadığı belirtiliyor.
Bölgedeki gözlemlerini aktaran Independent Arabia muhabiri Emani et-Tavil;
Afrika'daki su paradoksuna elbette iklim değişikliği ve çölleşmedeki artış da neden oluyor. Zimbabwe ormanlarındaki yeşil alanların ve hayvanların azaldığını kendi gözlerimle gördüm. Yürek burkan bir sahneydi. Son olarak, Güney Afrika'nın vatandaşlarına günlük sadece 20 litre su kullanmalarına izin verdiğini biliyoruz, aksi halde 2020 yılında tüm Güney Afrikalıları bir felaket bekliyor olacak.
Birleşmiş Milletler (BM) dünyada her yıl 2 milyondan fazla insanın sağlıksız sulardan kaptıkları hastalıklar nedeniyle öldüklerini belirtirken Sahra Altı Afrika ülkelerindeki 680 milyon insanın sadece yüzde 60'ının güvenli su kaynaklarına erişebildiği tahmin ediliyor.
9'u Afrika'da olmak üzere 13 ülkede insanlar, kişi başına günde ortalama 10 litreden az su miktarıyla yaşamaya çalışıyor. Bu gerçekten sinir bozucu bir durum. Gambiya, Cibuti, Somali, Mali, Mozambik, Uganda, Tanzanya ve Eritre’de yaşayanlara göre susuzluk geri döndürülemez boyutlara ulaşmış durumda.
Afrika'daki su kıtlığı, kıtadaki hayati faaliyetleri de doğal olarak etkiliyor. Bunların başında da kıta için merkezi bir öneme sahip olan tarım geliyor. Kıtadaki gayrisafi yurt içi hasılanın (GSYİH) yaklaşık yüzde 35'ini ve ihracatının yüzde 40'ını tarım oluşturuyor. Ayrıca, Afrika Birliği’nin (AfB) 2013-2063 yılları arası için yaptığı plana göre iş imkanlarının yüzde 70'i de tarım alanında bulunuyor.
En önemli su rezervleri, Büyük Göller
Afrika kıtasının belki de en önemli su rezervleri, Nil Nehri’nden beslenen Victoria Gölü gibi tatlı su göllerinden oluşan bir grup olan Büyük Göller’dir. Bu grupta, yüz ölçümü bakımından dünyanın ikinci en büyük tatlı su gölü olan Victoria Gölü’nün yanı sıra ondan daha küçük olan Çad, Albert, Kivu, Tanganika ve Malawi gibi göller yer alıyor. Büyük Göller, topraklarında bulunduğu Burundi, Ruanda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Uganda, Kenya, Tanzanya, Zambiya, Malavi ve Mozambik tarafından yönetiliyor.
Ancak ne yazık ki, Doğu Afrika’daki bu nispeten bol olan su rezervi, henüz ortak bir çerçevede ele alınabilmiş değil. Buna karşın su, kıtada çatışma konusu olarak kullanılabiliyor. Bu çatışmaların bir kısmı, söz konusu ülkeleri parçalayan ve onları sınırlarla ayırarak geleneksel sömürgecilik bayrağı altında başlatılan çatışmalardır. Bazıları bugün halen Doğu Kongo, Uganda ve Güney Sudan gibi ülkelerde devam ediyor. Aslında bu bölgelerin Nil Nehri'nde şuan mevcut olan 82 milyar metreküplük kullanılabilir su miktarının yarısından fazlasının yer aldığı büyük su projelerine konu olması gerekiyordu. Su ile ilgili çatışmaların bir diğer kısmı ise şu anda Etiyopya'nın Nahda Barajı'yla ulaşmak istediği su projeleri ve fiyatlandırmalarına yönelik İsrail-Batı ortaklığında yürütülen bir mühendislikle sürdürülüyor.
Afrika kıtasının kuzeyi, orta kesimleri ve batısı su rezervleri açısından en fakir olan yerlerdir. Örneğin Libya gibi bir ülke, yüzde 95 oranında yer altı su kaynaklarına yüzde 3’ten daha az oranda vadilerdeki su kaynaklarına ve yüzde 1.4 oranında arıtılmış sulara güveniyor.  Libya, önümüzdeki yıllarda şiddetli bir su kriziyle karşı karşıya kalabilecek ülkeler listesinde 15. sırada yer alıyor.  Libya'nın güneyinden kıyı kentlerine yeraltı sularının aktarılması için yaklaşık 6 milyar dolar harcandı. Öte yandan iklim değişikliği ve çölleşme Afrika’daki silahlı çatışmaların başlıca nedenlerinden biri. Örneğin Sudan’ın Batı Darfur Eyaleti’ndeki kriz, hayvanlarını otlamak için arazileri paylaşamayan kabileler arasında patlak verdi. Elbette Hartum'daki İslamcıların iktidar mücadelesi de bu çatışmanın yayılmasında rol oynadı.
İnsanların sorumsuzca davranışları
Afrika insanının, örneğin ağaçların kesilmesi, yeşillendirmelerin yapılmaması ve tarlaları sulamak için yanlış uygulamalarla su yollarının tutulması gibi sorumsuzca davranışları da bu kuraklığın ve çölleşmenin etkilerini derinleştirmede rol oynuyor. Su kaynaklarının ve tarımcılığın yanlış yönetilmesi büyük miktarlarda su harcanması ve arazi israfı da bu durumu tetikliyor. Sonuç olarak da ortaya son yıllarda sayısız ölümlere neden olan çatışma ve huzursuzluklara yol açan bir gıda krizi çıkıyor.
Burada son yıllarda bilinçsizce yapılan tarım ve hayvancılık faaliyetleri nedeniyle Afrika'nın en büyük göllerinden biri olan Çad Gölü’nün küçülmesi örnek olarak gösterilebilir. Gölün küçülmesi, gölü paylaşan 4 Afrika ülkesindeki hayvancılar, çiftçiler ve balıkçılar arasındaki gerilimi artırdı. 1960'larda kuraklık, çölleşme ve devletin su yönetiminin olmayışı nedeniyle göl, bugün suyunun yüzde 90'ını kaybederek 25 bin kilometrekarelik bir alana daralmış durumda.
Öte yandan Afrika kıtasının doğusunda yer alan Kenya, 21. yüzyılın ilk on yılında yaşadığı kuraklık nedeniyle 3 milyar doların üstünde kayba uğradı.
Bununla birlikte su kıtlığı, doğal olarak Afrikalıların sağlık koşullarına da doğrudan olumsuz bir şekilde yansıyor. Örneğin, 2001 yılında kıtanın güneyinde kirli su nedeniyle 10 binden fazla kişiye kolera bulaştı. Bu arada hastalığın, Doğu Sudan'da yeniden ortaya çıktığı öğrenildi.
Diğer yandan BM raporları, Afrika’nın 2025 yılına kadar ekilebilir arazilerinin üçte ikisini kaybetmesinin beklendiğine işaret ediyor. Kuraklık nedeniyle, Sahra Altı Afrika ülkeleri şuanda tarımdan elde ettiği GSYİH’dan yılda yüzde 3’ün üzerinde kayıp yaşıyor.
Tüm bu veriler, Afrika’daki su sorununun kuzeyden güneye tüm Afrikalılar için bir ölüm kalım meselesi olduğunu gösteriyor. Küresel ısınmanın artması, yağışlı mevsimlerin değişmesi, yağmurların yağmaması, kıtanın nüfusunun ve hayvancılık faaliyetlerinin artmasıyla birlikte mevcut göller kıta ülkelerinin can damarı olarak kaldıkça, herkes su rezervleri, nehirler ve göllere yönelecek. Bu da su seviyelerinin düşmesine neden olacak. Bu durum, Afrika ülkeleri ve bu alanda çalışan uluslararası sivil toplum örgütlerinin üzerindeki yükü daha da artırıyor.



AstraZeneca'nın itirafı sonrası ortaya çıkan soru: Koronavirüs aşılarına ilişkin korkular haklı mıydı?

Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)
Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)
TT

AstraZeneca'nın itirafı sonrası ortaya çıkan soru: Koronavirüs aşılarına ilişkin korkular haklı mıydı?

Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)
Koronavirüs (Kovid-19) pandemisi sırasında birçok aşının piyasaya sürülmesinden sonra, aşıların yan etkileriyle ilgili haberler de dolaşmaya başladı (Independent Arabia)

Carine Eliane

AstraZeneca'nın aşısının nadir görülen birtakım yan etkileri olduğunu itiraf etmesi, şirket tarafından bu konuda yapılan ilk açıklama olması nedeniyle uluslararası kamuoyunda şok etkisi yarattı. Açıklama, dünya genelinde milyonlarca kişi tarafından kabul gören aşıyla ilgili söylentileri doğrular nitelikteydi. İngiltere merkezli şirket, aşıdan zarar gören 51 ailenin İngiliz Yüksek Mahkemesi nezdinde açtığı davaya yanıt olarak pandemi döneminde Oxford Üniversitesi ile birlikte geliştirdiği aşının ‘nadir durumlarda’ trombositopeni ve tromboz, yani kan pıhtılaşması ile seyreden tarsal tünel sendromu (TTS) hastalığına neden olabileceğini kabul etmişti. Davacı aileler 100 milyon sterline kadar tazminat talep ediyorlar.

Üreticinin aşının yan etkileri konusunda ilk kez yaptığı bu itiraf, kendilerini ölümcül virüsten korumak için bu aşıyı tercih eden insanlar arasında paniğe yol açtı. İtiraf aynı zamanda virüsten korumak amacıyla üretilen ve piyasaya sürüldükleri ilk günden itibaren bilimsel olarak kanıtlanmayan yan etkileriyle ilgili birçok haberin basında yer aldığı çeşitli aşıların olası yan etkileri hakkında soru işaretlerinin yeniden ortaya çıkmasına neden oldu.

Pandemi ve aşılarla ilgili haberler arasında

Pandemi sırasında piyasaya sürülen aşıların yan etkileri ve etkinlikleri hakkında çok sayıda haber yapıldı. Aşıların hiçbiri suçlamalardan kurtulamadı. Onlarca yıldır piyasada var olan diğer aşılara kıyasla rekor denebilecek kadar kısa bir deneme ve çalışma döneminde piyasaya sürülmeleri haklarındaki şüpheleri artırdı.

Lübnan Ulusal Korona Aşısı Yönetimi Komitesi Başkanı Dr. Abdurrahman el-Bizri, AstraZeneca'nın aşının yan etkileriyle ilgili son itirafının ne anlama geldiğini açıklığa kavuşturmak için şunları söyledi:

Bu itiraf, birkaç aile tarafından şirkete karşı açılan ve şirketin kendisini savunmasını sağlayacak bilimsel belgeleri sunmakla yükümlü olduğu davaya cevaben yapıldı.

Şirket, AstraZeneca aşısının trombosit eksikliği ile kan pıhtılarının oluştuğu ve tıbbi olarak tedavi edilmediği takdirde ölümcül olabilen TTS hastalığına yol açabilecek yan etkileri olduğunu zaten kabul etmişti.”

Bizri, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Şirket, bu nadir yan etkinin aşının piyasaya sürülmesinden bu yana gözlemlendiğini ve yüz binde bir görülme ihtimali olduğunu açıkladı. Ayrıca yan etkinin görülme riskinin özellikle belirli bir yaş grubunda yüksek olduğu kaydetti. Bu yüzden Ulusal Korona Aşısı Yönetimi Komitesi o dönemde, nasıl müdahale edileceğiyle ilgili henüz yeterli bilgi bulunmayan bu yan etkiye karşı çekincesi nedeniyle Lübnan'a söz konusu aşıdan büyük miktarlarda getirmek konusunda isteksizdi. Dolayısıyla zaten nadir görülen yan etki olasılığını en aza indirmek için Lübnan'da sınırlı miktarda AstraZeneca aşısı kullanıldı. Ayrıca bu yan etkinin görülme riskinin daha yüksek olabileceği 30-40 yaş arası kişilere bu aşıyı yapmamaya özen gösterdik. Lübnan'da aşı yapıldıktan bir kişi öldü. Ancak bunun aşıdan kaynaklanıp kaynaklanmadığı ya da aşı ile ölüm arasında bir bağlantı olup olmadığı tespit edilemedi.”

Aşı resmi sağlık otoriteleri tarafından onaylandıktan sonra, bu yan etki Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ve diğer ilgili kurumlarca kabul edildi. Aşı, aşı olduktan sonra bu yan etkiyi yaşayanlar için uygun tedavinin geliştirilmesiyle dünya genelinde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Böylece sağlık sektörü o zamandan beri bu yan etkiyle mücadele etme ve hastaya zamanında müdahale etmek için doğru tedavi yöntemini uygulamaya hazırdı. O zamandan bu yana tüm resmi sağlık kurumları aşının faydalarının yan etkilerinden çok daha ağır bastığının altını çizdiler. Nadir durumlarda TSS’ye yol açan yan etkiye gelince uzmanlar aşının ilk günlerinden beri bu yan etkinin farkınlar ve nasıl tedavi edileceğini biliyorlar. Yan etki yeni tespit edilmedi. Aşı yaptıran kişilerden birinde bu yan etkinin görülmesi halinde doktorlara tedavi için gerekli tüm bilgilendirmeler yapıldı.

Endişeye mahal yok

AstraZeneca'nın bu itirafı doğal olarak Lübnan'da ve tüm dünyada bu aşıyı yaptıran pek çok kişiyi endişelendirdi. Aşının etkisinin ve buna bağlı riskin yıllarca sürüp sürmeyeceği ya da zaman içinde vücuttan yavaş yavaş kaybolup kaybolmayacağı konusunda pek çok soru işareti ortaya çıktı. Bizri, AstraZeneca aşısı olan kişilerin endişelenmesine mahal olmadığını şu hususları vurgulayarak ifade etti:

“Bahsedilen yan etki, aşı yapıldıktan sonraki iki ila üç hafta içinde ortaya çıkıyor. Birkaç yıl sonra görülmesi söz konusu değil. Dolayısıyla, aşıyı üç yıldan daha uzun bir süre önce yaptırmış olanlar söylendiği gibi risk altında değiller, endişelenmelerine gerek yok.

Bizri'ye göre aşının gerçek riskinden bahsetmek ise dünya genelinde aşı olan on milyonlarca kişi olmasına rağmen sadece birkaç ailenin mahkemeye gitmiş olması göz önüne alındığında mantıklı görünmüyor.

Öte yandan Johnson & Johnson aşısı, AstraZeneca aşısında kullanılana benzer bir teknoloji ile üretildi. Ancak Lübnan Ulusal Korona Aşısı Yönetimi Komitesi, Pfizer ve Moderna aşılarından yeterli miktarda bulunduğu ve daha fazla aşıya ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle ve özellikle de aşı AstraZeneca aşısıyla aynı teknolojiyle üretildiğinden Sağlık Bakanlığı’na Johnson & Johnson tarafından yapılan aşı bağışını teşekkür ederek geri çevirmesini tavsiye etti. Zira bağışın kabul edilmesi halinde AstraZeneca aşısındaki aynı riskten korkuluyordu. Rusya’nın geliştirdiği Sputnik aşısı da aynı teknolojiyle üretilmişti, ancak çeşitli nedenlerle dünya genelinde pek rağbet görmedi.

Çin tarafından geliştirilen aşı ise virüsü önlemek için piyasaya sürülen ilk aşılardan biriydi ve resmi sağlık yetkilileri tarafından güvenli kabul edildi. Fakat daha sonra kullanıma sunulan RNa teknolojisiyle üretilmiş diğer aşılara kıyasla etkisinin sınırlı olduğu ortaya çıktı.

Dünya genelinde en fazla kullanılan aşı ise Pfizer aşısı oldu. Özellikle Lübnan'da yüzde 70 ila 80 oranında kullanılan aşı güvenli bulundu. Her tıbbi müdahalede olduğu gibi, aşılarda da belirli bir risk ve yan etki ihtimali olduğunu inkar etmediklerini vurgulayan Bizri, “Ancak ister ilaçlarda ister aşılarda olsun, kullanımın fizibilitesini belirlemek için her zaman riske karşı faydaları ölçüyoruz. Psikolojik, ekonomik ve sosyal yansımaları nedeniyle sürdürülemeyen karantina dönemi sonrası pandemiyi durdurmak ve normal hayata dönmek için bu aşılar gerekliydi, göz ardı edilemezdi. Bu aşılardan olmanın yararı riskinden çok daha ağır basıyordu. Koronavirüse yakalananların başına gelenlerle kıyaslandığında risk bile ihmal edilebilir düzeydeydi” şeklinde konuştu.

dse vfde
Pfizer’in aşısı dünyada ve özellikle Lübnan'da en yaygın kullanılan aşıydı (Getty Images)

Şu an Kuzey Avrupa’daki bazı ülkeler düzenli olarak aşılamaya devam ederken, aralarında Lübnan’ın da olduğu bazı ülkelerse pandeminin kontrol altına alınmasından ve gerekli toplumsal bağışıklık sağlandıktan sonra zorunlu aşı uygulamasına son verme kararı aldılar. Ayrıca hastalığın yönetimi de pandemi dönemine kıyasla daha iyi hale gelirken artık sağlık sistemi üzerinde aşırı bir baskı söz konusu değil. Lübnan, daha önce kontrol altına alınabilen diğer hastalıklar karşısında aşı kampanyalarını güçlendirme eğilimi de dahil olmak üzere, sağlık sisteminde belirli önceliklere öncelik veren ülkelerden biri. Ancak ülkede kovid-19 pandemisi ve ekonomik kriz nedeniyle aşılama oranlarındaki düşüşün yanı sıra bilimsel araştırmaların yetersizliği gerekçe gösterilerek aşılara olan güvenin azalmasına yol açan aşı karşıtı propaganda kampanyası nedeniyle onlarca yıldır kontrol altında tutulan kızamık, çiçek, hepatit ve çocuk felci gibi bazı hastalıklar yeniden görülmeye başladı. Kızamığın koronavirüse kıyasla çok daha bulaşıcı bir hastalık olduğunu belirten Bizri, asılsız söylentilere itibar etmek yerine doktorlara ve onların aşı konusundaki rehberliğine güvenilmesi gerektiğini vurguladı.

Her aşının yan etkileri vardır

Dünyada hiç yan etkisi olmayan bir aşının olmadığını vurgulayan Mikrobiyoloji uzmanı Doç. Dr. Jacques Choucair ise şunları söyledi:

“Dünyada yan etkisi olmadan piyasaya sürülebilecek bir aşı yok, ama yan etki riski milyonda ikiyi geçmez. AstraZeneca aşısı, Kovid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı (COVAX) ve resmi sağlık makamlarının onayı olmadan piyasaya sürülemezdi. Masaya yatırılan onlarca aşıdan sekiz ya da dokuzunun kullanımı ve dağıtımı onaylandı. Dünyanın dört bir yanındaki insanlar aşılanmamış olsaydı, çok daha fazlası yollarda ölecekti. Şu anda dünyayı kasıp kavuran yeni varyantlarla virüsün beş yıl içinde bir pandemi olarak geri dönme riski bulunduğundan, insanların yeniden aşılanması üzerinde duruluyor. Aşıya karşı çıkanların olması, bunun güvenilebilecek bilimsel bir gerçek olduğu anlamına gelmiyor.”

Dolayısıyla hastalıklardan korunmak için aşının önemi büyük. Zira virüs hiçbir zaman kalıcı olarak ortadan kaldırılamaz. Doç. Dr. Choucair, çocuk felci, kızamık ve hepatit B aşıları piyasaya sürüldüğünde, bu aşılarla ilgili pek çok söylentinin ortaya atıldığını, ancak daha sonra bunların asılsız olduğunun ortaya çıktığını ve aşılarla birlikte bu hastalıklara bağlı ölümler durduğunu hatırlattı. Genellikle bu tür aşıların EMEA, COVAX, FDA ve diğerleri gibi kuruluşların onayı olmadan kullanılmalarına izin verilmez. Yine aynı kurumlar tarafından söz konusu aşılarla ilgili deneyler ve çalışmalar yapılır.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre koronavirüs aşılarının üretim hızına değinen Doç. Dr. Choucair, şu ifadeleri kullandı:

“Grip aşısı her yıl yenileniyor ve üç ay içinde hazır hale geliyor.  Tıp alanındaki tüm teknolojik gelişmelere rağmen bundan kimsenin şüphesi yok. Parasetamol gibi en basit ilaçlar bile, karaciğer fonksiyonlarının durmasına yol açabiliyor. Örneğin bir kerede çok miktarda alındığında ölüme neden olabiliyor. Aspirin bile bir pıhtıdan hayatınızı kurtarabilir, ama diğer yandan beyin kanamasına sebep olabilir. Koronavirüs aşısına gelince, eğer yüzde 96 etkili ise, yan etkileri sınırlı ve nadir olduğundan ve uzun vadeli yan etkileri olmadığından hastalığı önlemek için yaptırmak gerekir. Öte yandan Kovid-19'un hafıza kaybı, yorgunluk ve kas ağrıları gibi uzun vadeli semptomlara neden olduğu bilimsel olarak kanıtlandı. Tıpta her zaman fayda-zarar dengesi için kullanılması gereken belli bir miktar vardır.”


Tarihi dramadan fragman: Ünlü oyuncu tanınmaz halde

2023'te Cannes'da Altın Palmiye için yarışan film, geçen ay İstanbul Film Festivali'nde izleyiciyle buluştu (Amazon Prime Video)
2023'te Cannes'da Altın Palmiye için yarışan film, geçen ay İstanbul Film Festivali'nde izleyiciyle buluştu (Amazon Prime Video)
TT

Tarihi dramadan fragman: Ünlü oyuncu tanınmaz halde

2023'te Cannes'da Altın Palmiye için yarışan film, geçen ay İstanbul Film Festivali'nde izleyiciyle buluştu (Amazon Prime Video)
2023'te Cannes'da Altın Palmiye için yarışan film, geçen ay İstanbul Film Festivali'nde izleyiciyle buluştu (Amazon Prime Video)

Başarılı kariyeri boyunca çeşitli rollerde oynayan Hollywood'un aranan aktörü, yeni tarihi filmi Firebrand için Britanya Kralı VIII. Henry'ye dönüştü.

Brezilyalı yönetmen Karim Aïnouz'un yeni filmi Firebrand'in yeni yayımlanan fragmanında Jude Law'la Alicia Vikander, Kral VIII. Henry ve 6. eşi Catherine Parr rolünde.

Film, 16. yüzyılda yaşanmış gerçek olaylara dayanıyor ve kralın ilk 5 eşiyle yürümeyen fırtınalı ilişkilerinin ardından, Parr'ın evliliğini kurtarma çabalarını anlatıyor.

Fragmanın anlatıcısı, "Catherine'in kaderi krallığı sonsuza dek değiştirecekti" diyor.

Firebrand'in resmi tanıtımında filmin konusu kısaca şöyle özetleniyor: 

Henry, denizaşırı savaşa gittiğinde yokluğunda ülkenin yöneticisi olarak Catherine'i Naip olarak atadığında, onun için tehlikeli bir yol çiziyor.

Dramanın sinopsisi şöyle ilerliyor:

Catherine'in krallıkta kök salmış radikal Protestan inançlara sempati duyduğundan ve kendi iktidarları için bir tehdit oluşturduğundan şüphelenen Henry'nin saray mensupları, giderek hastalanan ve paranoyaklaşan krala sadakatinden şüphe duyuyor ve ona karşı entrikalar çeviriyor.

Catherine ve Henry, 1543'ten kralın 1547'deki ölümüne kadar evli kalmıştı. VIII. Henry'yle dünya evine girmeden önce iki evlilik yaşayan Katherine, kralın ölümünden sonra 4. ve son kez evlenmiş, 1548'de 36 yaşındayken doğum sırasında ölmüştü.

Prömiyerini Cannes'da yaptı

Firebrand geçen yıl mayısta, 76. Cannes Film Festivali'nde prömiyerini yapmıştı. Film, gösteriminin ardından 8 dakika boyunca ayakta alkışlanmıştı.

Tarihi dramanın Birleşik Krallık ve ABD'de 14 Haziran'da sinemalarda gösterime girmesi bekleniyor. Filmin Türkiye'de ne zaman gösterime gireceğiyse henüz belli değil.

Henrietta ve Jessica Ashworth tarafından yazılan film, Elizabeth Fremantle'ın 2013 tarihli romanından uyarlandı.

Independent Türkçe, Hollywood Reporter, Daily Mail


Netflix izleyicileri "kusursuz" yeni dizinin ikinci sezonu için yalvarıyor

Ünlü fantezi yazarı Neil Gaiman tarafından yaratılan DC çizgi romanlarına dayanan dizi 8 bölümden oluşuyor (Netflix)
Ünlü fantezi yazarı Neil Gaiman tarafından yaratılan DC çizgi romanlarına dayanan dizi 8 bölümden oluşuyor (Netflix)
TT

Netflix izleyicileri "kusursuz" yeni dizinin ikinci sezonu için yalvarıyor

Ünlü fantezi yazarı Neil Gaiman tarafından yaratılan DC çizgi romanlarına dayanan dizi 8 bölümden oluşuyor (Netflix)
Ünlü fantezi yazarı Neil Gaiman tarafından yaratılan DC çizgi romanlarına dayanan dizi 8 bölümden oluşuyor (Netflix)

Netflix izleyicileri, yayın platformunda yeni gösterime giren korku dizisini seyretmeye doyamıyor. "Herkesin izlemesi gerektiği" konusunda ısrarlı olan kullanıcılar, dizi için "10 üzerinden 10" yorumunu yapıyor.

DC Comics Sandman evreninin bir parçası olan Dead Boy Detectives, Edwin Paine ve Charles Roland adlı iki hayaleti merkeze alıyor.

İki hayalet gizemli cinayetleri çözüyor

Netflix, 18 yaşından küçüklere uygun olmadığını belirttiği dizinin konusunu şöyle özetliyor:

İki genç hayalet bir medyumla birlikte çalışarak doğaüstü müşterileri için gizemli vakaları çözmektedir. Derken güçlü bir cadı, bütün planlarını karmaşıklaştırır.

Karanlık ve ilgi çekici dizi, eleştiri derleme sitesi Rotten Tomatoes'da 100 üzerinden 93 gibi kusursuza yakın bir puan almayı başardı. Dizinin izleyici skoru da eleştirmenlerinkine yaklaşıyor. 100'den fazla seyircinin yorumuna göre dizi, 100 üzerinden 88 puana sahip.

Genç bir oyuncu kadrosuna sahip dizide Edwin Payne'i George Rexstrew ve Charles Rowland'ı Jayden Revri canlandırırken, Crystal Palace rolünde de Kassius Nelson var.

Birinci sezonun gösterime girmesinden kısa süre sonra izleyiciler, sosyal medyaya akın ederek yeni diziye duydukları sevgiyi dile getirdi.

Bir izleyici 25 Nisan'da Netflix kullanıcılarıyla buluşan diziyle ilgili "Dead Boy Detectives'i izliyorum ve benim için 10 üzerinden 10" diye yazdı.

"Herkesin izlemesini istiyorum"

İkinci bir izleyici şimdiden yeni sezonun gelmesini talep etti:

Dead Boy Detectives'i çok sevdim, ikinci sezon onayını verseler iyi olur yoksa isyan edeceğim.

Başka bir kullanıcı ekledi:

Bu konuda susmak bilmeyeceğim. Herkesin Netflix'te #DeadBoyDetectives'i izlemesini istiyorum.

Bir diğeri de dizinin kusursuz olduğunu ima etti:

Geç kaldığımı biliyorum ama Dead Boy Detectives 10 üzerinden 10.

"İkinci sezonunun olmayacağını düşünemiyorum"

"Karakterlere şimdiden bağlandığını" söyleyen bir izleyici de şöyle yazdı:

Dead Boy Detectives'in ikinci sezonunun olmayacağını düşünemiyorum, yoksa beni akıl hastanesine yatıracaklar.

Başka bir izleyici diziyi tam anlamıyla övmeye doyamadı:

Dedektiflik hikayesi ÇOK iyi, 10 üzerinden 10'luk bir dizi, tek bir kusuru bile yok. Bu bir televziyon mucizesi mi?

"Netflix'e yalvarıyorum"

Bir izleyici "Umarım Netflix bu dizinin büyük potansiyelini görebilir" derken bir diğeri ekledi:

Dizinin bu platform için çok büyük bir kazanç olacağını garanti edebilirim çünkü sadece 10 gün içinde çok hızlı bir şekilde büyüdü.

Yayın devine yalvaran bir hayran da şöyle yazdı:

Netflix'e 197494748475. kez #DeadBoyDetectives'e ikinci sezon onayını vermesi için yalvarıyorum çünkü gerçekten harika.

Independent Türkçe, Daily Mail, Rotten Tomatoes


Bilim insanları uyardı: "Yapay zekayla diriltilenler psikolojinizi bozabilir"

Araştırmacılar, ölülerin verilerinin kullanıldığı yapay zeka tabanlı sistemlere yaş sınırı getirilmesini öneriyor (Unsplash)
Araştırmacılar, ölülerin verilerinin kullanıldığı yapay zeka tabanlı sistemlere yaş sınırı getirilmesini öneriyor (Unsplash)
TT

Bilim insanları uyardı: "Yapay zekayla diriltilenler psikolojinizi bozabilir"

Araştırmacılar, ölülerin verilerinin kullanıldığı yapay zeka tabanlı sistemlere yaş sınırı getirilmesini öneriyor (Unsplash)
Araştırmacılar, ölülerin verilerinin kullanıldığı yapay zeka tabanlı sistemlere yaş sınırı getirilmesini öneriyor (Unsplash)

Bilim insanları, ölülerin yapay zeka destekli sohbet botlarıyla "tekrar canlandırılmasının" etik sorunlara ve psikolojik rahatsızlıklara yol açtığını söyledi.

Birleşik Krallık'taki Cambridge Üniversitesi'nden araştırmacılar, "ölübotları" (deadbots) ya da "yasbotları" (griefbots) adı verilen yapay zeka tabanlı uygulamaların özellikle çocuklar için risk yaratabileceğini belirtti.

Hakemli dergi Philosophy and Technology'de bugün yayımlanan çalışmada, bu tür hizmetlerle çocukların yas tutma süreçlerinin sekteye uğrayabileceğine dikkat çekildi. 

Araştırmada, "Bu tür hizmetleri sağlayan hiçbir firma, çocukların 'ölübotlarla' etkileşime girmesinin faydalı olduğunu veya en azından bu hassas gruba zarar vermediğini kanıtlayamaz" dendi. 

Akademisyenler, bu tür yapay zeka destekli hizmetlerin net yönetmeliklerle denetim altında tutulması gerektiğini belirtti.

Çalışmanın ortak yazarlarından Katarzyna Nowaczyk-Basińska, şu değerlendirmeleri paylaştı: 

Üretken yapay zeka alanındaki hızlı gelişmeler, internet erişimine ve bazı temel bilgilere sahip neredeyse herkesin ölen bir sevdiğini canlandırabileceği anlamına geliyor. Yapay zekanın bu alanı etik açısından tam bir mayın tarlası.

Bilim insanları "dijital öte dünya endüstrisi" adını verdikleri bu sektörün hızla büyüdüğünü belirterek, firmaların botları üretmek için topladıkları verileri reklam amaçlı kullanabileceğine de işaret etti. 

Araştırmanın ortak yazarlarından Tomasz Hollanek, yapay zeka destekli simülasyonların şirketlerin reklamlarında oynayabileceğini ya da kullanıcılara çeşitli ürünler satmaya çalışabileceğini söyledi. 

Hollanek, "İnsanlar bu tür simülasyonlarla güçlü duygusal bağlar geliştirebilir, bu da onları manipülasyona karşı savunmasız hale getirebilir" dedi.

Independent Türkçe, Guardian, Science Alert, 


Ünlü oyuncu "dişi Rocky" rolünde

Washington doğumlu aktris, Euphoria'da popüler öğrenci Cassie Howard'ı canlandırıyor (HBO)
Washington doğumlu aktris, Euphoria'da popüler öğrenci Cassie Howard'ı canlandırıyor (HBO)
TT

Ünlü oyuncu "dişi Rocky" rolünde

Washington doğumlu aktris, Euphoria'da popüler öğrenci Cassie Howard'ı canlandırıyor (HBO)
Washington doğumlu aktris, Euphoria'da popüler öğrenci Cassie Howard'ı canlandırıyor (HBO)

Sydney Sweeney, popüler romantik komedi Senden Başka (Anyone But You) ve korku filmi Arınma'nın (Immaculate) ardından yeniden vites yükseltiyor.

"Dişi Rocky"nin gerçek hikayesi

HBO'nun ödüllü dizisi Euphoria'yla yıldızı parlayan aktris, Hayvan Krallığı (Animal Kingdom) ve The King gibi filmlerle tanınan David Michôd'un yönetmenliğini üstleneceği yeni projenin başrolünde yer alacak.

Henüz ismi belli olmayan proje, çığır açan boksör Christy Martin'in hikayesini konu alacak. 

Biyografik film, Martin'in 1990'larda Amerika'nın en tanınmış kadın boksörü, hatta filmin yapımcılarının deyimiyle "dişi Rocky" haline gelişinin gerçek öyküsünü anlatacak.

Doğuştan yetenekli bir dövüşçü olan Martin'in hayatı, 1989'da menajeri ve daha sonra eşi olacak Jim Martin'le tanışmasıyla değişti.

Martin, ikonik organizatör Don King'le sözleşme imzalayan ilk kadın ve meşhur dergi Sports Illustrated'ın kapağında yer alan tek kadın boksör oldu. 

Karizması ve güzelliği ona hevesli bir hayran kitlesi kazandırırken ringdeki dayanıklılığı da onu ağırsıklet şampiyonluğuna taşıdı. Ancak özel hayatındaki toksik ilişkiler ve pek çok problemle mücadele etti.

"Can atıyordum"

Euphoria ve The White Lotus yıldızı Sweeney, Deadline'a şunları söyledi: 

12-19 yaşlarımda kickboks yaptım. Ringe geri dönmek, antrenman yapmak ve vücudumu dönüştürmek için can atıyordum. Christy'nin hikayesi hafif bir hikaye değil, fiziksel ve duygusal olarak zorlayıcı, taşınması gereken çok fazla ağırlık var. Ama kendime meydan okumayı seviyorum.

Dövüş dünyası konusunda tutkulu olduğunu ifade eden 26 yaşındaki Sweeney, sözlerini şöyle sürdürdü:

Christy Martin toplumsal cinsiyet kalıplarının üstesinden geldi ve duygusal, fiziksel ve finansal istismara karşı mücadele etti. Christy'nin hikayesi onun zirveye inanılmaz yükselişine ışık tutarken, şöhretin perde arkasındaki mücadelelerini de gösteriyor. Çok fazla zorlukla karşılaşan ve bunun onu yenmesine izin vermeyen bir kadın hakkında bir hikaye anlatmak zorunda hissediyorum. Bu güçlü ve duygusal bir hikaye.

Emmy adayı Amerikalı aktris, Deadline'ın gelecek rolünü doğrulayan makalesinin bağlantısını Instagram'da paylaşarak, "Christy'nin güçlü hikayesini anlatmaktan onur duyduğunu" söyledi.

Independent Türkçe, Deadline, Daily Mail


Dünyada bir ilk: Çift el nakli yapılan hastada denendi

(NHS Kan ve Organ Nakli Birimi)
(NHS Kan ve Organ Nakli Birimi)
TT

Dünyada bir ilk: Çift el nakli yapılan hastada denendi

(NHS Kan ve Organ Nakli Birimi)
(NHS Kan ve Organ Nakli Birimi)

Çift el nakli yapılan bir kadına uygulanan çığır açıcı yeni bir tedaviyle, vücudunun organları reddetmesi önlendi.

Birleşik Krallık'ta (BK) çift el nakli yapılan ilk kadın olan 48 yaşındaki Tanya Shepherd'a, vücudun organları reddetmesine yol açan antikorları temizlemek için kandaki plazmanın alındığı bir tedavi uygulandı.

Hull'dan Shepard, dokuyu yabancı madde olarak tanımlayan bağışıklık sisteminin bağışlanan organa saldıran antikorlar ürettiği bir reddetme türü olan Antikor Aracılı Rejeksiyondan (Antibody Mediated Rejection / AMR) muzdaripti.

Shepard "Terapötik Aferez Servisi'ndeki (TAS) ekiplere, BK Ulusal Sağlık Servisi (NHS) Kan ve Organ Nakli Birimi'ne ve kan ve plazma bağışlayarak bu tedavinin bana ulaşmasını sağlayan tüm cömert donörlere çok minnettarım" diyor.

Reddedilme her nakil alıcısı için gerçek ve korkutucu bir risk fakat yardımcı olabilecek tedavilerin varlığı bilmek güven veriyor; el nakillerindeki AMR'da plazma değişimini deneyen ilk kişi olmaktan onur duyuyorum. Her zamanki gibi halkı organ bağışçısı olmaya ve eğer yapabiliyorlarsa kan ve/veya plazma bağışlamaya teşvik ediyorum; bunu zaten yapanlara ve yolculuğumda bana destek olanlara ebediyen minnettarım.

Leeds'te tedaviyi gerçekleştiren NHS Kan ve Organ Nakli Birimi'ne göre bu prosedür, bir el nakli hastasındaki organ reddini tedavi etmede ilk kez kullanılıyor.

TAS'in Leeds Şubesi'nin Baş Hemşiresi Charlotte Blacklock-Lumb "TAS'te ilk kez çift el nakli geçiren bir hastanın AMR tedavisinde plazma değişimini kullandık ve Tanya'yı bu şekilde destekleyebildiğimiz için çok mutluyuz. Profesör Simon Kay liderliğindeki el nakli ekibiyle yakın işbirliği içinde çalışarak Tanya'yı ilk tedavi sürecinde izledik" diyor.

Her zamanki gibi, hem kan hem de plazma bağışlayarak bu gibi tedavilerin gerçekleşmesine imkan tanıyan pek çok kişiye minnettarız.

Sağlık Bakanı Yardımcısı Andrea Leadsom "Organ reddi, nakil alıcıları için gerçek bir risk ve yıkıcı sonuçlar doğurabilir" diyor. 

Eğer durumunuz elveriyorsa, lütfen hayat kurtaran bu tedavilerin geliştirilmesine destek verme amacıyla organ, kan ve plazma bağışçısı olmak üzere kayıt yaptırmayı düşünün.

Independent Türkçe


İsrail, ABD'nin Refah tehdidine sakin yaklaştı: Sorunları kapalı kapılar ardında çözüyoruz

İsrail'in ağır bombardımana tuttuğu Refah'ta yaklaşık 1,5 milyon sivil var (Reuters)
İsrail'in ağır bombardımana tuttuğu Refah'ta yaklaşık 1,5 milyon sivil var (Reuters)
TT

İsrail, ABD'nin Refah tehdidine sakin yaklaştı: Sorunları kapalı kapılar ardında çözüyoruz

İsrail'in ağır bombardımana tuttuğu Refah'ta yaklaşık 1,5 milyon sivil var (Reuters)
İsrail'in ağır bombardımana tuttuğu Refah'ta yaklaşık 1,5 milyon sivil var (Reuters)

ABD, Refah'a geniş kapsamlı operasyon başlatılması durumunda Tel Aviv yönetimine silah sevkıyatının tamamen durduracağını açıklarken, İsrail ordusu bunun bir şekilde aşılabileceğini savundu. 

İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) Sözcüsü Daniel Hagari, çarşamba günü düzenlediği basın toplantısında "müttefiklerle her türlü sorunu kapalı kapılar ardında çözdüklerini" söyledi.

Hagari, ABD'nin İsrail'e verdiği destekten övgüyle söz ederek "Operasyonel anlamda bize çok katkı sağladılar" dedi.

Washington, İsrail'e iki tip ağır bombanın yanı sıra bunları güdümlü hale getiren Müşterek Doğrudan Saldırı Mühimmatı'nın (JDAM) satışının da askıya alındığını salı günü duyurmuştu. 

Hagari, bomba sevkıyatının durdurulmasıyla ilgili doğrudan yorum yapmadan, "Biz İsrail'in güvenlik çıkarlarından sorumluyuz, ABD'nin bölgedeki çıkarlarına da dikkat ediyoruz" dedi. 

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nin Mısır sınırındaki Refah kentinin doğusuna pazartesi akşamı kara harekatı başlatmıştı. IDF, bölgeden 100 bin sivilin tahliyesi için çalışıldığını bildirmiş, Refah sınır kapısının Gazze tarafının ele geçirildiğini duyurmuştu. 

Tel Aviv yönetimi, Hamas'ın kalan 6 taburundan 4'ünün Refah'ta konuşlandırıldığını, örgütün lider kadrosunun da burada saklandığını savunuyor. Ordu, şehrin doğusunda Hamas'a ait yeraltı tünellerinin bulunduğunu da iddia etmişti.

ABD Başkanı Joe Biden ise dünkü açıklamasında, Refah'a geniş çaplı kara operasyonu başlatılması halinde İsrail'e tüm silah sevkıyatının durdurulacağını söyledi. Washington, Refah'a kara harekatı planlarına başından beri karşı çıkıyor. 

Diğer yandan Birleşik Krallık'ın önde gelen gazetelerinden Guardian'da yayımlanan analizde, IDF'nin elinde halihazırda çok sayıda silah ve bomba olduğuna dikkat çekilerek şu değerlendirmeler paylaşıldı: 

Biden'ın hamlesi sembolik bir öneme sahip. İsrail'e yönelik bu tür adımlar son derece nadir görülüyor. İsrail'e silah sevkıyatını askıya alan son ABD Başkanı Ronald Reagan'dı.

Refah'ın doğusuna düzenlenen kara harekatı, Hamas'ın pazartesi günü ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini duyurmasının ardından geldi. Tel Aviv yönetimiyse anlaşmayı onaylamadıklarını bildirmişti. İsrail, Mısır'ın başkenti Kahire'ye bir heyet gönderileceğini ve müzakere metni üzerinde çalışılacağını belirtmişti. 

Guardian'ın analizinde, Washington'ın Hamas'ın anlaşmayı onaylamasına önem verdiği ve bu nedenle Tel Aviv üzerindeki baskıyı artırmak istediği savunuldu. Silah sevkıyatının durdurulmasına yönelik hamlenin de bu çabaların bir parçası olduğu ifade edildi.

Öte yandan ABD Donanması'ndan bir yetkili, IDF'nin Gazze'deki operasyonlarda kendi drone'larını vurduğunu ileri sürdü. 

Donanmaya bağlı Deniz Hava Komuta ve Kontrol Sistemi'nin direktörlüğünü yapan Yarbay Michael Pruden, IDF'nin Gazze'de vurduğu drone'ların yüzde 40'ının İsrail ordusuna ait olduğunu iddia etti. 

Drone'ların tam olarak hangi noktalarda ve ne zaman vurulduğuna dair detay paylaşmayan Pruden, bu verilerin özellikle İsrail'in Gazze'deki operasyonlarıyla ilgili olduğunu söyledi.

IDF'nin drone'ları gördüğü an çok hızlı harekete geçtiğini belirten donanma yetkilisi, "İsrail, Gazze'de ön cephede çatışırken küçük bir drone görüyor. Bunun kime ait olduğunu hemen tespit edemiyorlar. Bu durumda ne yapabilirler? Drone'u vurup düşürüyorlar" dedi.

Independent Türkçe, Guardian, Times of Israel, Jerusalem Post, The War Zone


Psikedelik kurbağa zehri, geleceğin antidepresanı olabilir

Sonoran Çölü kurbağası diye de bilinen Colorado Nehri kurbağasının ürettiği psikedelik maddenin insan beyninde nasıl bir etki yarattığı henüz tam olarak anlaşılmadı (Kevin W. Smith/Maricopa County Park ve Bahçeler Müdürlüğü)
Sonoran Çölü kurbağası diye de bilinen Colorado Nehri kurbağasının ürettiği psikedelik maddenin insan beyninde nasıl bir etki yarattığı henüz tam olarak anlaşılmadı (Kevin W. Smith/Maricopa County Park ve Bahçeler Müdürlüğü)
TT

Psikedelik kurbağa zehri, geleceğin antidepresanı olabilir

Sonoran Çölü kurbağası diye de bilinen Colorado Nehri kurbağasının ürettiği psikedelik maddenin insan beyninde nasıl bir etki yarattığı henüz tam olarak anlaşılmadı (Kevin W. Smith/Maricopa County Park ve Bahçeler Müdürlüğü)
Sonoran Çölü kurbağası diye de bilinen Colorado Nehri kurbağasının ürettiği psikedelik maddenin insan beyninde nasıl bir etki yarattığı henüz tam olarak anlaşılmadı (Kevin W. Smith/Maricopa County Park ve Bahçeler Müdürlüğü)

Bilim insanları psikedelik etki yaratan kurbağa zehrinin depresyon ve anksiyete tedavisinde kullanılabileceğini düşünüyor. 

LSD ve halüsinojen mantarlarlardaki psilosibin gibi psikedelik uyuşturucuların zihin hastalıklarını tedavi etme potansiyeli üzerine yapılan çalışmalar son yıllarda hız kazandı. Örneğin geçen yıl yapılan bir araştırmada Colorado Nehri kurbağasının zehrindeki 5-MeO-DMT gibi çeşitli psikedelik maddeler tüketen kişilerin anksiyete ve depresyon semptomlarında iyileşme kaydedilmişti. 

Zehrindeki bileşiğin halüsinasyona yol açtığı uzun süredir bilinen bu kurbağa, aynı maddeyi derisinden de salgılıyor. ABD'li yetkililer 2022'de, zehrin ölümcül etki de yaratabileceğini vurgulayarak halka kurbağaları yalamama çağrısı yapmıştı.

Önde gelen hakemli dergi Nature'da dün yayımlanan araştırmayı yürüten ekip, bu kurbağaların zehrindeki 5-MeO-DMT bileşiğinin düzenlenmiş bir formunu inceleyerek tedavi amaçlı kullanma yollarını aradı.

Psikedelik maddelerin beyindeki 5-HT2A adlı serotonin reseptörünü uyararak halüsinasyon yarattığı önceki çalışmalarda bulunduğundan, bilim insanları genellikle bu reseptör üzerine çalışıyor. Fakat kurbağa zehrindeki 5-MeO-DMT, 5-HT1A adlı diğer serotonin reseptörüyle de etkileşime giriyor. 

Bilim insanları, maddenin bu reseptörlerle ilişkisini anlama amacıyla 5-MeO-DMT'nin çeşitli varyantlarını üreterek yaratacakları etkiyi gözlemledi. 5-HT1A reseptörünü güçlü bir şekilde uyaran bir varyant elde eden araştırmacılar bunu depresyon ve anksiyete belirtileri gösteren farelerde denedi. 

Maddenin düzenlenmiş formu, antidepresan ve anksiyete ilaçlarının etkisini yaratırken farelerde psikedelik etkiler gözlemlenmedi. Çalışmanın ortak yazarı David Lankri bulguları şöyle açıklıyor: 

Psikedelik reseptörü neredeyse tamamen 'yok sayan' seçici bir bileşiğin depresyon ve anksiyetede etkili bir tedavi seçeneği olabileceğini gösterdik.

5-MeO-DMT bileşiğinin, 5-HT1A reseptörüne karşı 800 kat daha seçici olduğu kaydedildi. Yeni araştırma bu reseptörün daha fazla incelenmesi gerektiğini vurgularken çalışmanın bir diğer yazarı Daniel Wacker şöyle diyor:

Bulgularımız 5-HT2A dışındaki reseptörlerin, psikedeliklerden kaynaklanan davranışsal etkileri düzenlemekle kalmayıp, aynı zamanda bunların terapötik potansiyellerine de önemli ölçüde katkı sağlayabileceğini gösteriyor.

Sonuçlar zihin sağlığı tedavilerinde yeni ve belki de daha etkili ilaçların üretimi açısından umut verici olmakla beraber, bu sonuçların insanlarda da görülüp görülmeyeceğini belirlemek adına daha fazla çalışmaya ihtiyaç var.

Independent Türkçe, IFL Science, Yahoo, Neuroscience News, Nature


Ünlü gazeteci, Baby Reindeer'a ilham veren ısrarlı takipçiyle konuştu

Baby Reindeer'daki ısrarlı takipçi Martha Scott rolünü 38 yaşındaki aktris Jessica Gunning canlandırıyor (Netflix)
Baby Reindeer'daki ısrarlı takipçi Martha Scott rolünü 38 yaşındaki aktris Jessica Gunning canlandırıyor (Netflix)
TT

Ünlü gazeteci, Baby Reindeer'a ilham veren ısrarlı takipçiyle konuştu

Baby Reindeer'daki ısrarlı takipçi Martha Scott rolünü 38 yaşındaki aktris Jessica Gunning canlandırıyor (Netflix)
Baby Reindeer'daki ısrarlı takipçi Martha Scott rolünü 38 yaşındaki aktris Jessica Gunning canlandırıyor (Netflix)

Netflix'in çok konuşulan dizisi Baby Reindeer yine manşetlerde...

İskoç komedyen Richard Gadd'ın 6 yıl süren travmatik ısrarlı takip olayından esinlenerek yarattığı ve başrolünde oynadığı mini dizi, 11 Nisan'daki ilk gösteriminin ardından büyük yankı uyandırdı. 

Baby Reindeer, üç hafta boyunca yayıncı kuruluşun izleme listelerinde zirveye yerleşti.

İnternet hafiyeleri cadı avı başlattı

Gadd'ın gerçek bir suç hikayesi yaratmak için kişisel deneyimlerinden yararlanması nedeniyle gazeteciler ve internet hafiyeleri, Baby Reindeer'daki karakterlerin ardındaki gerçek kişilerin izini sürmeye çalıştı. 

Özellikle iki karaktere odaklanıldı: Jessica Gunning'in canlandırdığı ısrarlı takipçi Martha ve Tom Goodman-Hill'in oynadığı, Gadd'a ilaç verip cinsel saldırıda bulunan akıl hocası Darrien. 

Durum öylesine ciddileşti ki Gadd, Instagram'da hayranlarını spekülasyonları durdurmaya çağırdı çünkü masum insanlar bu karmaşanın içinde kalıyordu. 34 yaşındaki İskoç komedyen, "Dizimizin amacı bu değil" diye yazdı.

Ancak bu çağrıya herkes kulak asmadı. Britanyalı ünlü gazeteci Piers Morgan, bugün "özel" röportajıyla ilgili bir duyuru yaparak Gadd'ın ısrarlı takipçisi olduğunu iddia eden Fiona Harvey adlı kadınla görüştüğünü açıkladı.

"Açıklama yapmak istiyor"

Morgan, Piers Morgan Uncensored adlı programında çekilmiş bir fotoğrafı sosyal medya hesabında paylaştı.

"Baby Reindeer'ın gerçek hayattaki Martha'sı Netflix'in hit dizisi hakkında ilk röportajını bana veriyor" diyen Morgan şöyle yazdı:

Fiona Harvey diyeceğini demek ve olası yanlış anlaşılmaları önlemek için açıklama yapmak istiyor. Psikopat bir ısrarlı takipçi mi? Yarın @PiersUncensored'da öğrenin.

Paylaşım viral oldu ve çeşitli tepkiler aldı. Bazıları akıl hastalığından muzdarip olabilecek biriyle iletişim kurmanın ahlaki sorumluluğunu sorguladı.

Baby Reindeer, Gadd'ın canlandırdığı Donny Dunn adlı komedyenin çalıştığı barda yalnız bir kadınla karşılaşmasını konu alıyor. 

Donny'nin ona bir fincan çay ikram ettiği bu tesadüfi karşılaşma, Martha'nın tehlikeli bir ısrarlı takipçi olduğunun ortaya çıkmasıyla içinden çıkılmaz bir hale dönüşüyor.

Independent Türkçe, Hollywood Reporter, Deadline


Stephen King'den Netflix'in maliyetli bilimkurgu dizisine büyük övgü

Netflix, 3 Cisim Problemi'nin 8 bölümden oluşan ilk sezonuna toplam 160 milyon dolar harcadı (Netflix)
Netflix, 3 Cisim Problemi'nin 8 bölümden oluşan ilk sezonuna toplam 160 milyon dolar harcadı (Netflix)
TT

Stephen King'den Netflix'in maliyetli bilimkurgu dizisine büyük övgü

Netflix, 3 Cisim Problemi'nin 8 bölümden oluşan ilk sezonuna toplam 160 milyon dolar harcadı (Netflix)
Netflix, 3 Cisim Problemi'nin 8 bölümden oluşan ilk sezonuna toplam 160 milyon dolar harcadı (Netflix)

Sosyal medyayı aktif olarak kullanan ünlü yazar Stephen King, Twitter'daki 7 milyonu aşkın takipçisine sık sık film, dizi ve kitap önerilerinde bulunuyor.

"Olağanüstü"

Efsanevi korku yazarı, bu kez Netflix'in 21 Mart'ta gösterime giren "olağanüstü" bilimkurgu uyarlaması 3 Cisim Problemi'nden (The 3 Body Problem) övgüyle söz etti. 

Game of Thrones'un dizi sorumluları David Benioff ve D.B. Weiss'ın, Cixin Liu'nun aynı adlı ve 2008 tarihli roman serisinden uyarladıkları bilimkurgu, 1960'ların Çin'inde verilen vahim bir kararın, uzay ve zamanda yankılanarak günümüzde bir grup bilim insanını gezegene yönelik varoluşsal bir tehditle yüzleşmeye zorlamasını konu alıyor. 

Dizinin oyuncu kadrosunda Jovan Adepo, John Bradley, Rosalind Chao, Liam Cunningham, Eiza González, Jess Hong, Marlo Kelly, Alex Sharp, Benedict Wong ve Jonathan Pryce yer alıyor.

"İlk temas sahneleri hayranlık uyandırıcı" 

Amerikalı yazar, sosyal medya hesabında 3 Cisim Problemi'yle ilgili incelemesini paylaşarak, diziyi "olağanüstü, geniş kapsamlı, düşündürücü, sürükleyici" diye nitelendirdi. King, "ilk temas" sahnelerinin özellikle "hayranlık uyandırıcı" olduğunu da sözlerine ekledi.

O (It), Göz (Carrie) ve Medyum (The Shining) gibi meşhur korku romanlarının yazarı King'in paylaşımının tamamı şöyle: 

3 CİSİM PROBLEMİ (Netflix): Olağanüstü bilim kurgu dizisi: Geniş kapsamlı, düşündürücü, sürükleyici. 'İlk temas' sahneleri tüyler ürpertici ve hayranlık uyandırıcı.

Hem eleştirmenler hem de izleyiciler beğendi

3 Cisim Problemi, bir buçuk ay önce yayın platformunda gösterime girdiğinde, hem eleştirmenler hem de izleyiciler tarafından beğenilmişti.

Game of Thrones'un 8. sezonunun kötü karşılanmasının ardından, Weiss ve Benioff'un senaryosuyla ilgili ve bir sonraki uyarlamanın kalitesi hakkında büyük endişeler vardı. Ancak ikilinin yeni dizisinin ilk sezonu bu endişeleri neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. 

Eleştirmenler, Weiss ve Benioff'u yoğun ve karmaşık kaynak malzeme olağanüstü bir hevesle ele aldıkları ve güçlü bir başlangıç yaptıkları için övdü. 

Baby Reindeer'ı da övmüştü

76 yaşındaki King, son olarak çok konuşulan yeni dizi Baby Reindeer üzerine geçen hafta bir makale kaleme almıştı. King, 7 bölümlük diziyi şimdiye kadar izlediği "en iyi şeylerden biri" diye tanımlamıştı.

Independent Türkçe, ScreenRant, NME, Times