İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

Yeniden: Rusya Suriye’de neyin peşinde?

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve onun saldırgan diplomasisi, Suriye’nin kuzeybatısının akıbetine dair pazartesi Türkiye’de yapılması kararlaştırılan üçlü toplantı öncesinde kendisini gösterdi.
Lavrov, “Suriye’deki savaş sona erdi” ve “Devlet (sanırım Esed’i kastediyor) aşamalı bir şekilde normal ve barışçıl hayatına geri dönüyor(!!)” açıklamalarıyla yandaşlarının ‘içini rahatlatma’ konusunda aceleci davrandı.
Moskova’nın Suriye’deki hesaplarını ve Vladimir Putin döneminde Kremlin’i karakterize eden siyasi düşünceyi izlersek Rus Bakan ve temsil ettiği devletin tutumunun normalden biraz daha fazlası olduğunu düşünüyorum.
Bu dönemin demokrasi, insan hakları, halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı gibi meselelere bakışı ve Putin ile takipçilerinin İslam, Müslümanlar, Araplar ve Ortadoğu’daki jeopolitik değerlendirmelere dair düşünce biçimini bilmek de bu konuda bize fayda sağlar.
Yolculuğa sondan, yani Ortadoğu’ya dair jeopolitik değerlendirmelerden başlayalım.
Yakın ve Ortadoğu, uzak asırlar öncesinde Çarlık Rusyası için önemli bir meseleydi.
Bunun iki sebebi var: Biri Rus Doğu Kilisesi ve Filistin’deki kutsal topraklara giden Rus hacılar.
İkincisi ise bir din ve büyük Rus yurdunun güneyinin çoğunu kaplayan büyük bir insan kitlesi olarak İslam ile geçirilen ve Rus halkı için zorlu olan ortak yaşam tarihi.
İslam, Maveraünnehir ülkelerinde (Türkistan), Kafkaslarda ve Volga Havzası’nda ilerlerken Abbasi Halifesi Muktedir-billah tarafından görevlendirilen Ahmed İbn Fadlan, miladi onuncu asırda Rus ülkelerini (Sakalibe (Slav) Rus ülkeleri) ziyaret etti. Tıpkı bunun gibi çok sayıda Rus hacı, diplomat ve oryantalist de Yakın Doğu’yu ziyaret etti.
Bu ziyaretçilerin belki de en ünlüleri, 12. yy. başında Rus rahip Daniel ve sonraki yüzyıllarda Buslayev, Bazili ve Petkoviç’tir. Miladi 10. yüzyılda Hristiyanlığı kabul eden Rusya, Suriye’nin kuzeyinden Cebel-i Lübnan bölgesi ve Filistin’e uzanan Biladu’ş-Şam’da Moskova okulları açtı.
Çar Büyük Petro döneminde Araplaşmış ve Doğululaşmış Rus kuşağının ortaya çıkmasına tanık olundu. Böylece Rusların Doğu araştırmalarına yönelik ilgisi heyetlerin gönderilmesi ile gelişti ve 1823 yılında Rusya Dışişleri Bakanlığı’nda Arap dili ve edebiyatı öğretimi için bir bölüm açılması ile birlikte, 19. yüzyıl boyunca doruk noktasına ulaştı. Daha sonra oryantalizmin ve oryantalistlerin merkezi olmak üzere 1886 yılında Moskova’da Doğu Cemiyeti kuruldu.
Müslüman halklar, hırslı Rus Çarlığı için “sorunlu bir durum”du, olmaya da devam ediyor.
Çeçen savaşı bugün hafızalara oldukça yakın. Orta Asya Cumhuriyetleri ve daha önce Sovyetlerin parçası olan Azerbaycan’ın ayrılmasından sonra Rusya Federasyonu içinde büyük Müslüman azınlıklar yaşadığını unutmayalım.
Bu azınlıklar, Dağıstan, Çeçenistan ve Çerkesya gibi özerk Kafkas cumhuriyetlerinde ve Tataristan ve Başkurdistan (Başkırya) gibi Volga Havzası’nda yoğunlaşıyor. Bazı kaynaklara göre Rusya’daki Müslümanların sayısı 14 ila 20 milyon arasında değişiyor. Bu toplam nüfusun yüzde 10’u ile 14’üne denk. Bununla birlikte resmi tahminlere göre Müslümanların hızlı nüfus artışı, 15 sene içerisinde nüfusun yüzde 30’una yükselmeleri anlamına gelebilir.
Rusya’nın Müslüman dünya ile olan sorunlu ilişkisi, kristalleşti ve değişikliğe uğradı. Ancak ne duraksadı ne de sona erdi. Aynı şekilde ‘Çarlık’ bahanesi de üstün gelmeye ve imparatorluğu korumak için yayılmaya yeterdi.
Sovyet dönemi, çatışmacı ve çekişmeli sonuç bakımından benzer olsa da öz bakımından farklı bir ideolojik gerekçe taşıdı.
Bugün hırslı yeni ‘Çarlık’ dönemini yaşıyoruz. Sovyetik bir neslin hafızasında teşkilâtlar ve nostalji yenileniyor. Rusya’nın büyük bir küresel güç olduğuna mutlak bir şekilde inanan bir nesil bu. Ancak bu defa insanlık, özgürleşme, eşitlik ve anti-emperyalizme dair ideolojik kuruntular satmıyor.
Eski yeni Rusya, paylaşmaya iman ediyor; adil bulmamışsa da patlatmaya başvuruyor.
Ukrayna’da, Avrupa’da ve Avrupa’da olmayan demokrasilerde yaptığı da belki budur!
Suriye’de ise Moskova, 15 Mart 2011’den bu yana Suriyelilere kırk yılı aşkın bir süredir hükmeden mezhep temelli sert bir güvenlik rejimine yönelik bir halk ayaklanması olduğunu kabullenmiyor ve sivillere karşı en ağır silahlı baskı önlemlerini de alsa rejimi destekleme konusunda ısrarcı davranıyor.
Bazı gözlemciler bir süredir, sistematik zulmü destekleyerek BM’de defalarca ‘veto’ etmesine rağmen Moskova’nın niyetlerinin iyi olduğunu düşünüyor.
Libya ‘pastasında’ hariç tutulmasından sonra ve Irak’tan çıkarılmasından önce onun için çeşitli bahaneler bulmaya çalıştılar. Lavrov’un ve yardımcısının ‘yabancı müdahalesine itiraz’ ve ‘terörle mücadele’ üzerine anlaşma hakkındaki sözleri de buna katkı sağladı.
Gelgelelim Moskova’nın gerçek niyetleri zaman geçtikçe su yüzüne çıkmaya ve halklara yönelik müdahale ile komplonun ve Washington’un yüzünü Suriyelilerin sıkıntısından uzağa çevirmenin biçimlerini değiştirmeye başladı.
‘Yabancı müdahalesine itirazdan’ sonra Moskova, hava silahlandırması için köprü kurdu, sonra da Hmeymim üssünü etkinleştirdi.
Cenevre sürecinin başarısız olmasından sonra Ankara, Suriye ayaklanmasını destekleyen kamptan el çektirilerek Cenevre’ye darbe niteliğinde olan Astana sürecine dahil edildi.
Moskova, savaşlardaki etkin katılımını daha da ileri götürerek Astana sürecini aştı ve Soçi mekanizmasını devreye soktu. Bugün Moskova ve askeri mekanizması, Suriye’ye himayesi altında bir devlet ve İran meselesinde Washington’a karşı bir şantaj ve baskı kartı muamelesi yapıyor.
Lavrov, dün Trud gazetesi ile Suriye’de ‘savaşın sona erdiğine’ dair verdiği mülakatta özellikle de Fırat nehrinin doğusunda olmak üzere rejimin kontrolü, yani Moskova ve Tahran egemenliğinin dışında bir gerginlik noktasının halen varlığını sürdürdüğünü belirtti. Ancak bu mesele Kremlin’i endişelendiriyormuş gibi durmuyor.
Washington’un Kürt, Türk ve İran düzleminde çekişmeli olan bölgelerde elini yakması Moskova’yı rahatlatıyor. Tabii, Arapların neredeyse ortada hiç olmamaları da.
Bildiğimiz gibi ABD’nin Kürt ayrılıkçılara kucak açma hevesi, Ankara’yı Putin’in kucağına itti.
Dolayısıyla Washington’ın Fırat’ın doğusunda daha fazla batması Moskova’yı rahatsız etmiyor.
Güneyde ise Moskova, İsrail seçimleri ve İran’ın şantajcı yükselişinin açık artırma mevsiminde Suriye’nin güneyini kontrol etmek için herkesin kur yaptığı bir ‘gelin’ haline geldi.
Ruslar, İran’ın Suriye’nin güneyine yerleşme planlarından ve Suriye genelinde mezhepçi demografik değişim amaçlı tehcir uygulamalarından sonra doğan demografik ve coğrafi sıkıntıdan haberdar.
Hem Tel Aviv hem de Tahran’ın işgal altındaki bölünmüş Suriye toprakları üzerinde aralarına ‘birlikte yaşam’ sınırları çizme konusunda ‘uçurumun kenarı oyunu’ oynadıklarını da biliyor.
İdlib’in akıbetine karar vermek, ‘silahlı Sünnilere’ karşı atılan son adım olabilir. Ancak Moskova’nın işgal altındaki bölünmüş Suriye’ye dair isteklerinin sonu anlamına gelmez.