İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Filistin davası ortadan kalkmayacak

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun özellikle İsrail’in egemenliğini işgal altındaki Batı Şeria’nın üçte birinden fazlasına genişletme niyetine ilişkin açıklamaları karşısında Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn Kral Selman Bin Abdulaziz, hemen ve net bir şekilde tepkisini koydu. Alışıldık cesareti ve dürüstlüğü ile sesini yükselten Kral, bu durumu Filistin halkı açısından oldukça tehlikeli bir tırmanış ve BM sözleşmeleri ile uluslararası yasalara yönelik açık bir ihlal olarak değerlendirdi ve İsrail’in siyasetini dayatma girişiminin, “Filistin halkının devredilemez haklarını ortadan kaldırmayacağını” vurguladı.
Suudi Arabistan, doğrudan ve uygulamalı bir adım atarak İslam İşbirliği Teşkilâtı ülkelerine toplantı çağrısı yaptı. Durumun acil olarak görüşülmesini ve hem Müslüman hem de Arap halklar için önemli bir meselede yaşanan gelişmelere ortak bir cevap verilmesini talep etti. Her zaman olduğu gibi Krallık yine Filistin halkının haklarının savunusunda öncü oldu. Küresel diplomasisi ile dünyanın önüne Ortadoğu bölgesine barışını kaybettiren bu zalim hırsların felâket ölçüsündeki sonuçlarını koyuyor. Dünyanın güvenlik ve selameti bir yem olarak görmesini istemeyerek, Filistin’in dünyanın herhangi bir bölgesindeki geleneksel toprakların bir parçası olmayıp tüm dünyadaki Müslümanların ve Hıristiyanların kutsallarının merkezi, dolayısıyla da tartışılmaz derecede biricik olduğunu bildirmeyi arzuluyor.
Netanyahu’nun bu son açıklamalarından önce çok konuşulan ‘Yüzyılın Anlaşması’nın batıdan yani Sam Amca’dan geleceğini düşünmüştük. Son dönemde sızdırılan haberlere göre Başkan Trump, bu ayın 17’sinde yapılacak İsrail seçimlerinin sona ermesinin ardından bugüne kadar konuşulan anlaşmasının ana hatlarını açıklayacaktı.
Bununla birlikte beklenmedik olan şu ki; Yüzyılın Anlaşması, dünyaya İsrail’in merkezinden yani doğudan açıldı. Bu noktada Netanyahu’nun son açıklamasının kendisi ile Ortodoks Yahudileri ve başkalarını temsil eden aşırı İsrail sağı arasındaki bir sözleşmeden ibaret olduğunu duyuran eski İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman ile anlaşıldı. Bu sözleşme ile üstü kapalı bir anlaşma kastediliyor; onlar Netanyahu’ya iktidarı, Netanyahu da Talmut hükümlerine göre onlara bir devlet verecek.
Yeni anlaşma bu mu? Eğer öyleyse hangi barıştan bahsediyorlar?
Aşırılığa batan İsrailli seslerin bugün, yaklaşık seksen yıl önce görünürde de olsa laik bir düşünce üzerine inşa edilen İsrail Devleti’nin temellerini tehdit eder hale geldiği bir sır değil. Şu an Netanyahu, sağ aşırılık ateşiyle oynamak istiyor. Ancak bu bir felâkettir ve korkunç kayıpları yeniden elde edeceği başbakanlık zaferini de aşar.
Netanyahu, İsrail içerisinde Yahudi radikalliği ile aşırıya kaçmaya hevesli Lehfah cemaati gibi seslerin olduğunun farkında. Bu sesler, herkesin sıkıntısını çektiği doğu radikalliğine oldukça yakın ve herkesin huzurunu kaçıran, kaçırmaya da devam eden gruplar. Lehfah cemaatinin mensupları bir süre önce kendilerinin ne sivil devlete ne de demokrasiye razı olduklarını belirterek şeriat, hüküm ve anayasa olarak Tevrat’a dayanan ve sonuna kadar sağ görüşe batmış bir devlete ulaşmaya çalıştıklarını belirtti.
Netanyahu yine sahte bir dille Arapların “İsrail’i yıkmak isteklerini” gerekçe gösteriyor. Bu, özellikle Mısır’ın İsrail ile bir barış anlaşması için adım attığından bu yana etkisini yitirmiş bir iftira. Üstelik Suudi Arabistan da İsrail ile barış için adım attı, atmaya devam ediyor. Araplar bununla ortak insani yaşam gerçekliğini beklediklerini ve ırkçı, tepeden bakışların artık aralarında yerinin olmadığını gösterdi. 2002 yılındaki Arap Zirvesi, İsrail’in önüne nihai bir tercih sundu: Ya adil barış ya da sürekli düşmanlık.
Günler geçtikçe İsrail, tüm dünyaya barışa dair bir sinyal vermediğini kanıtladı. Bunu birçok halk ve millet de artık anladı. Bundan dolayı genel olarak Batıda, özel olarak Amerika’da sahip olduğu geleneksel güç ve nüfuz alanlarını günden güne kaybediyor. Ona yönelik boykot hareketleri yavaş yavaş şiddetleniyor. Özellikle Washington’da güvenilir olan Pew Enstitüsü’nün yakın zamanda yürüttüğü anket, genç Amerikan neslinin, 20. yüzyıl ve son yirmi yıl boyunca Amerikalıların yaptığı gibi İsrail’e destek olmayacağına işaret ediyor. Bu durum, İsraillileri gerek uykularında gerek uyanıkken rahatsız ediyor.
Netanyahu’nun açıklaması bize İsrail Başbakanı Levi Eşkol’un Altı Gün Savaşı’nın ardından attığı çığlığı hatırlatıyor. Ofisinin müdürü hatıralarında onun yüksek bir sesle şöyle haykırdığını söylüyor: “Daha ne kadar kılıca başvuracaklar?!” Eşkol burada, Arap topraklarını savaşla ele geçiren ve uzun vadede barışla koruyamayan İsrailli generallere işaret ediyor.
Yahudi aşırılık yanlıları ile oyun felâket getirecek. Hele de Lieberman’ın sözünü ettiği Talmut Devleti, yüreğinin derinliklerinde halen sınırlarının iki nehir arasında -yani Fırat nehrinden Nakrura vadisine- bir diğer deyişle Mısır’dan Afrika kıtasının derinliklerine kadar olan Nil nehri sınırlarına uzandığına iman ediyor. Bu manzarayı anlamak, bugün Kara Kıta’da olan bitenlerin şifresini büyük oranda çözmemiz demektir.
Ayrılmadan önce son bir sorumuz olacak: “Başkan Trump yönetiminin, Netanyahu’nun son açıklamalarına yönelik tutumunu neden işitmedik?”
İsrail Başbakanı, Amerika’nın daha önce Doğu Kudüs’ün ilhak edilmesi yönündeki itirafı ile uyumlu olarak, Ürdün Vadisi ile Batı Şeria topraklarının ilhak edilmesine ilişkin yeni bir Amerikan itirafını mı önceledi?
Ne olursa olsun, Filistin halkının devredilemez hakları ortadan kalkmayacaktır.