Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Vazgeçilemeyen samimi düşman!

İsrail ile Hizbullah arasında son iki haftada yaşananlar ilginç ve sıra dışı. İsrailliler, iki ilkel güdümlü uçakla Beyrut’un güney banliyölerine saldırdı. Burası, Hizbullah’ın kırk yıldır konuşlandığı yerdir ve bu saldırı da 2006 yılından bu yana görülmemiş bir şeydir. Saldırının hangi amaçla yapıldığını İsrailli gözlemciler bile halen tam olarak bilmiyor.
Saldırı sonucunda ölen olmamakla birlikte küçük bir hasar meydana geldi. Siyasi rejim üyeleri, bu zorlu zamanda savaşın kötülüklerinden kaçınmak adına bu büyük düşmanlığı kınama, BM Güvenlik Konseyi’ne şikâyette bulunma ve büyük güçlerle iletişime geçme yollarına başvurdu. Aynı zamanda büyük direnişe ve Hasan Nasrallah’ın bilgeliği ile cesaretine övgüler yağdırılırken ‘yiğitliği’ sebebiyle karşılık vermemesi ya da verilecek karşılığın sert olmaması beklendi. Zira durum kritik, o ise sadece savaş değil aynı zamanda barış adamı. Hizbullah’ın tepkisi ise oldukça garipti.
Saldırıdan veya havalanıp düşmenin ardından Hizbullah basın yetkilisinin ilk açıklamasında Direnişin iki uçağı düşürmediği ifade edildi. Peki, bu iki uçak nasıl ve nereden geldi ve Lübnan ordusu, savunması ve topçusu neredeydi?! Gariplik şu iki noktada: Uçağı Hizbullah veya ordu düşürmediyse kim düşürdü? Hem sonra Hizbullah ne zamandır ordudan yardım talep eder oldu? Öyle ya Lübnan Cumhurbaşkanı ordunun zayıf ve Direnişin silah desteğine muhtaç olduğunu söylüyor. Üstelik cephenin güneyinde böyleyken banliyöde ve etrafında daha da zayıf olacaktır.
Gelin, gariplikleri ortaya koymaya devam edelim: Hizbullah, hasar tespiti ve telafisi için Başbakana bağlı emekli bir subayın başkanlığını yaptığını bir sivil yardım kuruluşuna ihtiyaç duydu. Cumhurbaşkanı’nın destekçileri, ihtiyacı olmadığı gerekçesiyle 2019 yılında bu kuruluşa bütçe vermek istemiyordu. Üstelik Hizbullah’ın önemli savaş sırlarını ortaya çıkarmasın diye Hizbullah’ın bölgelerine girmesi de yasaktı.
Bununla beraber Hizbullah’ın tepkisindeki en garip yan, diğer yetkililerinin şu sözleri oldu: Düşmanlık her zaman düşmandan beklenir. Rahatsız edici olan şey, daha önce anlaşıldığı üzere Litani’nin kuzey bölgesinde yer alan ‘çatışma’ sınırına değil de banliyöye saldırarak aramızdaki ‘çatışma kurallarını’ ihlal etmesidir. İsrail topraklarına değil Şebaa Çiftlikleri ve çevresine saldırdığımız 2006 yılındaki savaşta bile İsrail ordusunun o zamanki sıra dışı tepkisi saldırımıza değil, çatışma kurallarının ihlal edilmesine yönelikti. Bundan dolayı Hizbullah da zarar olmasa da kaçınılmaz olarak karşılık verecek. Ancak bu, masanın altında ‘soru işaretlerinin’ olmasının beklendiği bir dönemde ‘üzerinde çalışılmış bir karşılık olacak ve bir savaşa sebep vermeyecek’. Ey samimi düşmanlar, niçin bu kritik koşullarda çatışma kurallarına aykırı hareket ettiniz ki?
Hiç şüphe yok ki İsrailli askerler ve güvenlik görevlileri, Hizbullah’ın tehdidini genellikle ciddiye alır. Ancak son iki haftada sınırsız ve alışılmadık bir hafife alma tavrı sergilediler: alışılmadık bir yere ve henüz anlaşılmayan, belki hiç anlaşılmayacak (hassas füzeleri geliştirme yeri olduğu söyleniyor) bir hedefle saldırdılar. Bu işin bir yanı. Daha kötü olan diğer yanı ise Hizbullah’a üzerinde çalışılmış karşılığı için kurgusal bir hedef hazırladıklarını ortaya koymuş olmalarıdır. Nitekim hem onun saygınlığına zarar vermiyorlar hem de kendi açılarından kimseyi kaybetmiyorlar ve iki samimi düşman arasındaki oyun ABD ile İran arasındaki çatışma sona erene kadar devam ediyor. Benimki bir tahmin değil; Lübnan Cumhurbaşkanı da aynı şeyi söylüyor: Hizbullah silahı, Ortadoğu krizi sona erene kadar kalacaktır!
Hizbullah bu sefer 4 kez rahatsız edildi ve bunların hepsi de ‘çatışma kurallarına’ aykırı hareket edildiği için. Her zamanki gibi videoları dostluk ve zafer belirtisi olarak vakit kaybetmeden İranlılara gönderdi. İranlılar, bunları üç gün sonra yayınladı. Zira Devrim Muhafızları, Nasrallah’tan farklı olarak ‘karşılığın sarsıcı olacağı’ yönünde tehditte bulunmuştu! Ama bu süre içerisinde İsrailliler, söylendiği gibi sıpanın başını ve kuyruğunu ortaya çıkardı.
Hizbullah’ın büyük bir mekanizmayı bozduğunu ve içinde bulunan tüm askerleri öldürdüğünü söylediği sarsıcı cevaptan sonra eğleniyor görünen Netanyahu, saldırının hiçbir hasarı sonuç vermediğini açıkladı. Daha sonra olayın Hizbullah’a sunulan ve Hamas’ın da katıldığı tiyatro oyununa benzeyen ince bir hile olduğuna dair istihbarat bilgileri sızdırıldı. Bu noktada da askerî uzmanlar, Netanyahu gibi güvenlik servislerini de suçladı: Çatışma kurallarını ihlal etme tavrı neden sürdürülüyor? Zira 2006 yılından bu yana iki taraf arasında yaşananların çoğu hem İsrail hem de Hizbullah açısından bu türdeydi.
İranlı Hizbullah doğrudan veya dolaylı olarak her ne zaman ‘kışkırtmaya’ ihtiyaç duysa İsrailliler ona bu fırsatı veriyorlar. Öte yandan İsrailliler, tüneller hikâyesinde olduğu gibi uluslararası güçlerin eksikliklerine karşı koymak adına varlığını ispatlamak istediğinde de Hizbullah ona istediğini veriyor. Hiçbir şey olmamış gibi!
İki hafta içerisinde oluşan durumu ayrıntılı bir şekilde ele aldıktan sonra şimdi elimizde bazı detaylar var:
Birincisi: ‘Direniş’ ile ‘Düşman’ arasında, 2006 öncesinden (İsraillilerin çekilip Direnişin on beşinci veya on altıncı zaferini ilan ettiği 2000 yılına kadar götürülebilir) bu yana bir alışveriş ve istişare ilişkisi var. Bu ilişkinin kavramı çatışma kuralları. İlişki aslında işlevsel. Yani her bir taraf diğeri için zorunludur: İsrail, hem İran ile ilişkilerinin gelişmesine bir ayna tutması hem de içerideki halk desteğini artırması açısından Lübnan’da (son senelerde Suriye’de de) Hizbullah’a muhtaç. Hizbullah’ın da bölgesel düzlemde İran’a hizmet etmek ve onun, düşmanı savurma bahanesiyle Lübnan’da kurduğu egemenliğini korumak için düşmana ihtiyacı var.
İkincisi: Çatışma kuralları, iki tarafın da bunlara ihtiyacı olduğu için halen yürürlükte. Banliyö semalarında defalarca ama defalarca iki güdümlü uçak görüldü. Buradaki bilmece, İsraillilerin onları neden şimdi uçurmaya karar verdiği. İsrailliler, geri dönmeyeceklerini söylediler. Hizbullah da tüneller meselesinde aynı şeyi söylemişti. Uluslararası odaklar, bunu anladı ya da İsrailliler onlara anlattı. Bundan dolayı Amerikalıların Güvenlik Konseyi’nde yoğun şikâyetleri ve sitemlerinden sonra Konsey, pek fayda görülmemesine rağmen uluslararası güçlerin herhangi bir değişiklik olmadan yenilenmesine karar verdi.  
Üçüncüsü: Lübnanlı yetkililer ortada yoklar. İranlı Hizbullah’ın savaş ve barış emrine teslim olmuşlar. Dahası, medyada kopan gürültüye rağmen saldırının Lübnan’a değil Hizbullah’a yapıldığı ve onun karşılık verme ya da vermeme hakkına sahip olduğu kabul edildi. Bu kabulleniş, Hizbullah ve destekçileri tarafından övgü ile karşılandı.
İranlılar, İsrail’in Lübnan sınırlarındaki varlığını, Amerikalılar ve Araplarla ilişkileri ile ilgili çeşitli nedenlerden ötürü vazgeçilmez görüyor. İsrail onlara temas hatları, popülerlik ve Arap ülkelerinde milisler sağlıyor. İsrailliler ise Hizbullah’ın, bir yandan sınırlarını düşmanlardan korumak diğer yandan İran ile bölgedeki ABD arasındaki ilişkiyi kontrol altında tutmak için vazgeçilmez olduğunu düşünüyor.
İsrail ve Hizbullah, birbirinin gözünde vazgeçilmez samimi iki düşmandır!