Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Bırakın silah meselesi gündemde kalsın

Hizbullah’ın silahını Lübnan iç tartışmalarından uzak tutma dönemi sona erdi. Diğer siyasi partilerin Hizbullah’a karşı siyasi çatışmasının başlığı, Hizbullah’ın silahı yerine Beşşar Esed rejimi yanında Suriye’deki savaşa katılması oldu. Çok geçmeden de silahı ve savaşları ile Hizbullah konusu, uzak durma gerekçesi ile tamamen masadan kalktı. Bu masadan kalkma adımı, 2016 sonbaharında gerçekleşen cumhurbaşkanlığı uzlaşısı ile pekiştirildi ve Lübnan devletinin görevleri, hizmet ve ekonomi ile sınırlandı. Bu süreçte yalnızca silah değil bizzat Hizbullah’ın İsrail ile savaş ve seferberlik söylemleri de gündemden düştü. Yerini bir başka söylem yani “terörle mücadele” başlığı altında cihatçı Sünni örgütler ile mücadele önceliği aldı.
İsrail’in bahsi ise, yalnızca Suriye’de, dolaylı olarak kendisine karşı yürütülen mücadeleden dem vurulduğu zaman geçer oldu. Bu mücadele de, Beşşar Esed’in yönetimini reddetmeye cüret ettikleri için mutlaka haksız ve zalim düşman İsrail’in ajanları olması gereken Suriyelileri öldürme ve tehcir etme aracılığıyla yürütülüyordu. Ardından son birkaç yılda işler, Suriye topraklarında İsrail ile İran ve milisleri arasında doğrudan çatışma şeklinde ilerledi. Ama o zaman bile Hizbullah’ın silahı, sanki uzakta bir yerde bulunan ve kullanılan bir silahmış gibi Lübnan’ın siyasi söylemlerinin dışında kalmayı sürdürdü. Bu dönemde Lübnanlılar, silah sorunu ve Hizbullah milislerinin temsil ettiği anormallik ve tuhaflık ile yüzleşmekten kaçınarak bölgede yaşanan büyük değişimlerin kumlarına başlarını gömebileceklerini düşünüyorlardı. Aynı zamanda büyük ekonomik çözümler ve kalkınma projeleri hakkında düşünebilecekleri yanılsamasına kapılmışlardı.
Ne var ki ister İsrail’in ister Hizbullah’ın olsun her halükarda ait oldukları tarafın amaçları dışında kullanılan İHA’lar olayı bize Lübnan’ın siyasi gerçekliğinde Hizbullah silahları meselesini görmezden gelme döneminin arkada kaldığını gösterdi. Bilhassa İsrail’in İran ve kolları ile mücadelesini Suriye yanında Irak ve Lübnan’ı da kapsayacak şekilde genişletmiş olduğu göz önüne alınırsa bu olay; politika, ekonomi, kalkınma ve Lübnan’ın Arap ülkeleri ve uluslararası ilişkileri vb. alanında her şeyden önce Hizbullah’ın silahı ele alınmadıkça başka hiçbir ciddi sorunun ele alınamayacağını kanıtladı.
Hizbullah’ın silahı meselesi, Lübnan’ın siyasi hayatının yeniden ana gündem maddesi oldu ya da yavaş yavaş olmaktadır. Çünkü kendisi; devlet, kurumları, saygınlığı ve gücü ile bağlantılı her şeyin bağışıklığını ve gücünü artan bir şekilde tehdit etmek başta olmak üzere, bütün diğer sorunların temel sebebi ve en büyük sorundur.
Fakat Hizbullah’ın silahı meselesinin gündeme geri dönüşü, Lübnan’daki siyasi dengelerde var olan bozukluğu da ortaya çıkardı. Buna ek olarak; hem İsrail’in Lübnan’ı hedef alan saldırılarını reddetmek, hem de egemenlik ihlali başlığı altında Hizbullah’ın siyasi propagandasına sürüklenmekten kaçınmanın bir arada bulunduğu siyasi bir söylem oluşturma kıvraklığının kaybedildiğini açığa çıkardı. Sahibinin gerçek kimliği ya da hedefleri olsun bazı ayrıntıları hala gizli olan insansız hava aracı olayının ardından Lübnan’ın resmi tutumu; sanki Lübnan ya da Hizbullah tarafından korunup saygı duyuluyormuş gibi İsrail’in 1701 sayılı kararı ve Lübnan’ın egemenliğini ihlal etmesini kınamakla yetindi.
Gerçek şu ki, yalnızca Lübnan Güçleri Partisi Başkanı Samir Caca’nın dışına çıktığı Lübnan’ın resmi tutumu, donuk ve hiçbir siyasi canlılığı olmayan bir tutumdu. Çünkü İsrail’in 1701 sayılı kararı ihlali ile Hizbullah’ın kendisini sürekli ihlali sorununu birbirinden ayırıyordu. Oysa Hizbullah bu kararı ihlal etmekle yetinmeyip İsrail-Lübnan meselesini aşacak şekilde, Lübnan için kendi kendine bir savunma ve askeri politika belirlemiş ve bunu deklare etmişti. İnsansız hava aracı olayından birkaç gün önce Hasan Nasrallah yaptığı konuşmada; “İran’a savaş açmak bütün direniş eksenine savaş açmak demektir. Bu durumda bölgenin tamamı ateş alacaktır” demişti. Bir başka açıklamasında da; “ABD kendisine savaş açtığında İran tek başına olmayacaktır” diye vurgulamıştı. Bu da Lübnan’ın resmi, anayasal ve egemen kurumlarının tutumu bu yönde olmasa da Hizbullah’ın, İran’ı savunmak, gelecekteki olası savaşlarda onu desteklemek için kendisini açıkça konumlandırdığı anlamına gelmektedir.
Beyrut’un güneyini hedef alan insansız hava aracı saldırısı ile Nasrallah’ın son tutumlarını, kendisini askeri olarak İran’ı savunma hattında konumlandırmasını, Lübnan’ı İslam Cumhuriyeti’nin arkasına saklandığı bir kalkana dönüştürmesini birbirinden ayırıp, ardından da egemenliğin ve 1701 sayılı kararın ihlal edilmesini şikâyet etmenin bir anlamı yoktur.
Bütün ayrıntılarının ortaya çıkarılmasını beklediğimiz bu saldırının, Lübnan’ın egemenliğinin ve 1701 sayılı kararın açık bir ihlali ve bütün vasıfları ile Lübnan’a saldırı olduğunda herkes hemfikirdir. Ama Hizbullah da söylemleri ve sahadaki eylemleri ile Lübnan’ın egemenliğini ve 1701 sayılı kararın maddelerini ihlal etmektedir. Bu açıdan bakıldığında Hizbullah’ın eylemleri de bütün vasıfları ile Lübnan’a karşı bir saldırıdır.
Bu durumda bizler, 1701 sayılı uluslararası kararın ve UNIFEL güçlerinin Güney Lübnan’da konuşlanmasının temsil ettiği Lübnan’ın güvenlik sistemine karşı yapılmış 1 değil, 2 ihlal ile karşı karşıya bulunuyoruz. Lübnan’ın egemenliğini hedef alan 2 saldırı ile karşı karşıyayız. Sözde vatanseverlik adına ikisini birbirden ayırmamalı ve Lübnan devletinin resmi söylemini, Hizbullah’ın propagandasının tamamlayıcısına dönüştürmemeliyiz.
Hizbullah’ın silahı meselesi yeniden Lübnan siyasetinin önceliği haline geldi. Onunla birlikte Lübnan’ın bu en büyük sorunu ile canlı bir şekilde etkileşime geri dönülmeli ve kökten çözüm hayallerine kapılmadan egemenlik söylemi yenilenmelidir. Aynı şekilde, şimdi olduğu gibi Hizbullah’ın silahı ile yaşamanın ve sanki hiçbir şey olmamış gibi ekonomi ve hizmetler konusuna eğilmenin mümkün olduğu sanrısından da kurtulmak gerekir.