Şerif Egemen Ahmet
Gazeteci
TT

Ayn El Arab’a giderken İdlib’den olmak

Suriye’de Esad’a bağlı güçler, 6 Mayıs’ta başlattığı terör örgütü El Kaide bağlantılı HTŞ ve rejim karşıtı silahlı güçlerin kontrolündeki İdlib kentine yönelik operasyonda önemli bir kazanım elde etti.  İki bayramı ağır bombardıman altında geçiren İdlib’de hava saldırılarıyla askerlerinin önünü açan rejim, -sahada doğrudan Rus askerlerinin kılavuzluğuyla- Han Şeyhun’u ele geçirdi. Esad, kara operasyonlarında daha önce Halep ve Doğu Guta’da olduğu gibi yine “önce ikiye böl, sonra yut” taktiğine başvurarak, rejim karşıtı silahlı gruplar ile tek ikmal umudu olan Türkiye’nin bağlantısını kesti. Böylece, TSK’nın 9 numaralı Morik Gözlem Noktası rejimin kuşatması altında kaldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Gözlem noktasının yeri değişmeyecek” dese de bölgeden gelen haberler Türk askerlerinin yeni mevzi için kazılara başladığını gösteriyor. Peki, ne oldu da Kremlin, bir süredir dizginlediği Şam’a yeşil ışık yakarak Soçi mutabakatı ortağı Türkiye’yi Suriye’de ateşe attı?
Her şeyden önce Han Şeyhun’un “muhalif İdlib bölgesinin sınırlarından çıkarılması”, Rusya-Türkiye-İran üçlüsünün imzası bulunan anlaşmalara ters değil. Astana görüşmeleriyle başlayan ve merkezine İdlib’i alan Soçi Mutabakatı ile devam eden üçlü Suriye diplomasisinde, rejim karşıtı güçlerin denetimindeki alan biraz daha daraltılmıştı. Mutabakat metninde kuzey batıda El Eys’ten güneyde Han Şeyhun’a ve doğuda da Isabrak Dağı’na ulaşan hat, silahtan arındırılarak “İdlib haritasına” dahil edilmemişti. Bu kuşağın Şam’a bırakıldığını söylemek güç. Ancak olası bir kriz toplantısında Rusya ve İran’ın “Operasyonun yürütüldüğü noktalar İdlib mutabakatına dayanıyor” tezine sığınması kimseyi şaşırtmaz. Yine de askeri harekatın gücünü bir anlaşmadan alması, her zaman diplomatik teamüllerin gözetildiği anlamına gelmiyor. Bunun en net örneği de rejimin İdlib’de devam eden kara operasyonları. Bombardımanlarla yaklaştığının işaretini veren harekatın gizemini çözmek için zamanlamasına bakmak yeterli. Zira Şam’a bağlı birliklerin Halep-Lazkiye otoyolunun kontrol altına almak adına Hatay’ın güneyindeki Cisr-eş Şuğur’a yoğunlaşan harekât hazırlıklarının bir anda Han Şeyhun’a kaydırılması tesadüf olamaz. Dahası sahada Rus askerlerinin (Han Şeyhun içerisinden video paylaşacak kadar kendilerini belli ediyorlar) fiilen çatışmalara öncülük etmesi, operasyonların arkasındaki akla işaret eder nitelikte.
Moskova yönetimi, bilinçli ve hedefli bir şekilde, İdlib’in bir an önce Şam’ın denetimine geçmesini talep ediyor. Burada Kremlin açısından meselenin stratejik ve diplomatik iki ayağı var. İlki, Halep’ten Rus deniz üslerinin bulunduğu Lazkiye’ye giden M4 ve Şam’a uzanan M5 otoyollarında güvenliğin sağlanması. İkincisi ise Rusya’nın hem Türkiye’ye hem de Türkiye üzerinden ABD’ye, “Suriye’de denklemin 1 numarası benim” mesajı iletme kaygısı. Ankara ile Washington’ın Fırat’ın doğusunda sınırdan YPG’yi uzaklaştıracak bir tampon bölge konusunu görüşmesi üzerine başlatılan İdlib operasyonu, anlaşmanın kesinleşmesiyle Han Şeyhun’u ele geçirecek raddeye geldi. Bu da bölgede Rusya ile ABD arasında savrulan Türkiye’nin aşırı denge politikasının sıkışmasıyla sonuçlandı. Şu anda Ankara, Washington’la, tampon bölgede uzlaşının ilk adımı olarak helikopterli saha gözlemlerine başladı bile. Yakın gelecekte iki haftada bir ortak kara devriyeleri gerçekleştirilecek. Ancak Türkiye, daha Amerikalılarla yapılan anlaşmanın imzası kurumadan, İdlib’den yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya. Her şeyden evvel Ankara, Rus tuzağı ile Amerikan batağı arasında bir seçim yapmak istemiyor. Kaygıları anlaşılır olsa da Türkiye, öncelikli hedefi olarak belirlediği “YPG’yi temizleme” stratejisinde eninde sonunda bir ortak seçmek zorunda.