Halid Kıştini
Iraklı gazeteci - yazar
TT

Siyaset ve felsefe arasında

Düşünürlerin felsefe, bilim ve sosyoloji kitaplarına dalıp parti işleri ve siyaset bataklığına saplanmaktan kendilerini sakınmaları, alışıldık bir olgudur. Gelgelelim devrin olayları ve genel durumun ciddiyeti, çoğunlukla onları önüne katarak siyaset ve partinin eşiğine sürüklüyor.
Stanley Baldwin de söz konusu düşünürler sınıfına mensup. Cambridge Üniversitesi’nden mezun olan Baldwin, tüm vaktini okumaya ve araştırmaya adamıştı. Ancak toplum onu 30’lu yılların başında kitaplarından uzağa sürüklemeyi başararak siyaset cehennemine fırlattı ve Muhafazakâr Parti liderliğine, bir diğer deyişle İngiltere Başbakanlığına seçti. Bu dönemde sol karakterli bir yükselme ve küresel planda ekonomik kriz mevcuttu. İşçi Partisi ile devrimci örgütlere cevap üretebilmek için keskin ve güçlü bir zekaya ihtiyaç duyuluyordu. Gariptir ki benimsediği fikirlerle Baldwin, sol akıma meylederek İşçi Partisi’ne üye olan oğluna etki edememiştir. Evlatların ailelerden kopup asi olduğu dönemler...
Bununla beraber o, kendisini ziyaret edip fikirlerine kulak veren muhafazakâr gençliğe ışık olmaya devam etti. Bu gençlerden biri de Baldwin hakkındaki düşüncelerini kaleme alan İşçi Fakültesi Siyaset Bilimi Profesörü Longford idi. Longford’un söylediğine göre Baldwin, kendisine ilgi duymalarına rağmen gençlerle sohbet ederken rahat değildi. Longford, ondaki bu rahatsızlığı, bir pazar ikindisinde İngiltere kırlarında kendisi ile yaptığı bir gezintide de hissetmişti. İkili arasındaki sohbet esnasında Longford, Baldwin’e, tanıdığı düşünürler arasında en çok hangi siyaset düşünürüne karşı kendisini borçlu hissettiğini sormuş.
Muhatabı bu soru üzerine bir süre düşündükten sonra sakin ve ciddi bir ses tonu ile şu yanıtı vermiş: “Bende başka herhangi bir düşünürden daha fazla etki bırakan siyaset düşünürü, Sir Henry Benn’dir. Ben Cambridge’de öğrenciyken onu tek otorite olarak görürdük. Kendisinden öğrendiklerim için ona halen şükran duyarım”. Longford diyor ki; “Baldwin’in ağzından çıkan her kelimeye kulak veriyordum. Böylece gezintimiz verimsiz ve anlamsız olmamıştı. Sorularımı sürdürdüm: Sizce en büyük bilimsel katkıyı kimden aldık? Baldwin uzun bir süre konuşmadı. Daha sonra güvenli ve emin bir sesle şöyle dedi: “Jean-Jacques Rousseau. Ondan, insanlığın tüm ilerlemesinin, toplumsal duruma etki eden toplum sözleşmesi düşüncesinden hareket ettiğini öğrendik. Henry Benn, gerçek ilerlemenin hareket noktasının, Jean-Jacques Rousseau’nun kaleme aldığı Toplum Sözleşmesi’nde enine boyuna incelenen toplumsal durum olduğunu bize açık ve net bir şekilde anlattı”. Bunu dedi ve bir süre sustu. Bu defa uzun sürdü ve sonunda yüzünde endişe emareleri belirdi. O, derin insanlıktan ve ortaklık duygusundan yoksun bir lider değildi. Başını bana doğru döndü ve şu sözleri mırıldandı: Olay, benim söylediğimin tam tersi miydi yoksa?”.
Stanley Baldwin, takipçilerinden birine karşı dile getirdiği bu ifade ile bize gerçek düşünürün tereddüt etme, şüphe duyma ve tutumunu tekrar gözden geçirip düzeltmeye hazır olma tavrını gösteriyor. Sanki bize şunu diyor: Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi, gerçekten de Batı toplumunun yürüyüşünde etkili oldu mu? İlginç bir şekilde her iki araştırmacı da Karl Marks ve grubuna değinmiyor. Hâlbuki o dönemlerde Batı dünyası, Ekim Devrimi ve o vakitlerde (30’lu yıllar) her yerde duyulan sosyalist devrim arzularının şaşkınlığını yaşıyordu.