Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

​Soğuk savaşlar çağı

Doğulu Sovyetler ile Batılı ABD arasındaki Soğuk Savaş’ın, ideolojik ve stratejik çatışmanın sona ermesinden sonra dünya tarihini sınırına ulaştıran küreselleşme ve liberalizm söylemi kendisini, dünyanın artık tarihin tüm önceki aşamalarına göre çok daha iyi bir durumda olduğunu söylemeye adadı.
Bu söyleme göre; artık dünya savaşları ve bölgesel savaşlar yok, Afrika ile Balkanlarda yaygın olarak görülen iç savaşlar da sonuna ulaşmıştı.
Dahası yaygın olan kıtlıklar da sona ermişti.
AIDS’ten Ebola’ya tehlikeli salgınları, çevrelemek mümkün hale gelmiştir. Dünya; küresel krizler, bölgesel felaketler ve yerel facialar ile yüzleşebilecek hale gelmişti.
Artık kritik durumları hisseden kurumlar var. Bu sayede mal ve teknoloji ile donanmış dünya, felaketler ile başa çıkmak için hemen harekete geçebilmekteydi.
Fakat nedense Ortadoğu, bu güzel ve iyi gelişmelerin dışında bir istisna olarak kalmayı sürdürdü. Baharı, içinde kumlu fırtınalar, iç savaşlar, terör ile dolu bir sıcak yaza dönüşmüş, ne sahada ne de haritada bir yeri olmayan hilafet devletine tanık olmuştu.
İşte tam burada şu akademik görüş hala geçerliliğini korur; Ortadoğu, küreselleşme, demokrasi, modernite ve modernleşme dönemlerinde olsun her zaman küresel bir istisna olmamış mıdır?
Son birkaç yılda kesin bir kanaate dönüşen bunun gibi görüşler şu anda korkunç bir sarsıntıya maruz kalmakta. Çünkü eski Soğuk Savaş’a benzeyen ama sadece 2 kutup arasında değil dünyanın diğer bölgelerinde de yaşanan farklı türde savaşlar ortaya çıkmaya başladı. Bu savaşlar ise tarihi ayağa kaldırmakta, onda saklı düşmanlıkları arayıp ortaya çıkararak gelecekteki davranış ve eylemleri, farklı güç araçlarının kullanımını bu düşmanlıklar ile boyamaktadır.
Şu anda yaşananların ayrıntılarına sızmadan önce bildiğimiz şekli ile Soğuk Savaş’ı bir hatırlamamız gerekir.
Soğuk Savaş; 1949-1989 yılları arasında ABD liderliğindeki batılı kapitalist blok ile SSCB liderliğindeki doğulu sosyalist blok arasında yaşanmıştı.
Bu sadece devletler arasında bir savaş değil ittifaklar, politik, ekonomik ve sosyal sistemler oluşumu ve bunun yanında determinist, eski dinlere karşı dirençli kategorik ve kuvvetli ideolojiler arasında bir savaştı. Kendisine soğuk denmesinin nedeni; devam ettiği süre boyunca tarafların doğrudan sıcak çatışmalara girmekten kaçınmış olmalarıdır. Ama bu, 2 tarafında sıcak çatışma ve savaşa girmeya yaklaştıkları krizlerin yaşanmadığı anlamına da gelmemekte.
Bu krizlerin başlangıç noktasını da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği’nin Avupa kıtasının derinliklerine girmesi nedeniyle Yunanistan ve Doğu Avrupa oluşturmakta. Ancak Berlin’in Doğu Almanya sınırları içinde yer alan tarafında yaşanan kriz ile Küba’da yaşanan bir başka kriz, 2 tarafı da nükleer savaşın eşiğine getirmişti. Aynı şekilde bu savaşın soğukluğu; ne ABD ne de SSCB’yi, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan vekalet savaşlarına, farklı kıtalarda yaşanan devrimlere ve karşı devrimlere, silah, istihbarat hatta hile gibi çeşitli askeri müdahaleler ile karışmalarına engel olmamıştır. Aynı şekilde taraflardan birinin diğerini zor duruma düşürmeye çalışmasına da mani olmamıştır. Bunun sonucunda ABD Vietnam’da, Sovyetler Birliği ise Afganistan’da bataklığa gömülmüştür. Ancak Soğuk Savaş’ın merkezinde; her 2 tarafın da dünyayı birkaç kez yok etmeye yetecek nükleer patlayıcılar ya da uyduları uzaya taşıyan balistik füzeler gönderme yarışını da kapsayan silahlanma yarışı vardı.
Komik olan ise her ne kadar maliyetli olsa da bu silahlanma yarışının yetmişli yılların ilk yarısında aralarında bir “ittifak” a neden olmasıdır. Bu sayede ikisi birlikte silahlanma yarışını, SALT 1 ve 2 olarak bilinen birkaç anlaşmada düzenlediler. Ardından da artk gerekli olmayan nükleer cephaneliklerini azaltmaya çalıştılar. Bunun sonucunda da Avrupa’da orta menzilli füzeleri sınırlayan START inisiyatifi kapsamında 3 anlaşma imzalandı. Çünkü ne Washington ne de Moskova, tesadüf ya da üçüncü taraflar aracılığıyla olsun savaş istemiyordu.
Sonuç olarak; Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında ve ondan önce de 1989 yılının kasım ayında Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından tek bir kurşun bile atılmadan Soğuk Savaş sona erdi.
Yirminci yüzyılda 2 süper güç arasındaki büyük Soğuk Savaş’ın sona ermesinin üzerinden yaklaşık 30 yıl geçmesinin ardından aynı olgu, farklı şekillerde bir kez daha geri dönmekte. Rusya ve ABD, bu yeni çeşit savaşın da taraflarından.
Washington ve ardından Moskova, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan çekildiklerini açıkladıklarında bu, silahlanma yarışında, teknoloji devrimine dayanan ve farklı dengeler gerektiren yeni bir faslın açıldığı anlamına geliyordu.
Bu durum, Rusya’ın Gürcistan ya da Ukrayna veya Suriye’deki askeri varlığı ile bağlantılı değildi. Bilakis 2 taraf arasındaki askeri dengeler ve yeni bir silahlanma yarışının başlatılması ile ilgiliydi. Doğrusunu söylemek gerekirse ABD, yalnızca Mosova ile yeni bir Soğuk Savaş başlatmamıştır. Aksine bu, Donald Trump liderliğindeki ABD yönetiminin tercih ettiği ve dünyanın her  yerinde uyguladığı bir ABD stratejesine dönüşmüş gibidir. Bu stratejide; tehdit ve ekonomik yaptırımlar ile müzakarelere açık olmak birlikte kullanılmakta ve ABD’nin sadece kendi istediği gibi olan ve hoşnut olduğu devletlere pazarının açık olacağı vaad edilmekte. Bunun sonucunda; ABD-Çin ilişkileri bir şekilde yeni bir tür soğuk savaşa dönüştü.
Bu savaş, görünüşte ticaret etrafında dönse de içerisinde bir yanı ile güney Çin denizine uzanmakta diğer yanı ile de ayartma, yakınlık gösterme ve yaptırımları kapsayan, bir başka soğuk savaş konusu haline gelen Kuzey Kore ve ABD arasındaki etkileşimi ilgilendirmektedir.
ABD’nin yalnızca, her gün kendisi ile savaşmak istemediğini söylediği ama Basra Körfezi, Kızıldeniz ve Hint Okyanusu’na kadar uzanan operasyon bölgesine askeri güçler ile savaş gemilerini sevkettiği İran gibi düşmanları ile arasında bir soğuk savaş yok.
ABD’nin müttefikleri arasında da soğuk savaşlar var. Türkiye ile arasında Suriye konusunda açık ve örtülü tehditlerden kurtulamayan sert bir anlaşmazlık var.
İngiltere’yi AB’den ayrılmaya (Brexit) teşvik ettiği için de AB ile arasında bir keskin bir ayrılık bulunmakta. Almanya’nın; Körfez ve Kızıldeniz’de seyrüseferi korumak için oluşturulacak deniz gücüne katılmaya hazır olmadığını açıklaması, bu misyona değil ABD’ye karşı bir stratejik itirazdı.
Diğer yandan;  bir tarafını İngiltere diğer tarafını da Almanya’nın oluşturduğu bir Avrupa bölünmesinin habercisiydi. Ancak dünyada soğuk savaşları alevlendiren yalnızca ABD değil.
Diğer taraflar arasında da soğuk savaşlar yaşanmakta. Nitekim Hindistan’ın Keşmir’e verdiği özel statüyü kaldırma kararının ardından Hindistan ve Pakistan arasındaki kriz yeniden alevlendi. Bu krizin arkaplanını ise 2 tarafın sahip olduğu nükleer silahlar ve tarihte aralarında yaşanan çatışmalar oluşturmakta.
Japonya ve Güney Kore ise birden İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşananları, Japonya’nın imparatorluk tarihini ve savaş öncesinde yaptıklarını hatırladılar.
Tarihsel mazlumiyet; tek bir kurşunun atılmadığı ama rakiplerin farklı araçlarla çökertildiği Soğuk Savaş felsefesinin temel bir parçasıdır.
Bütün bunlar dünya için birçok gerilimin yaşandığı, krizlerle başa çıkılamadığı, uluslararası gündemin küresel ısınmadan ticaret ve küresel para birimlerini düzenlemeye kadar küresel sorunlar ile uğraşmayı bir kenara bıraktığı olumsuz bir durumdan başka ne anlama gelebilir.
Bize gelince,  bunun erken sonuçlarını, bölgesel ve süper güçler arasındaki soğuk savaşların birbiri ile kesiştiği Suriye’de göreceğiz.
Doğrusu savaşlardan oluşan bu orman ile nasıl başa çıkacağını bilenlere ne mutlu!