Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

İran Truva ordusunun Irak'ta karşılaştığı zorluklar

Temmuz ayının sonunun yaklaşması ile birlikte Irak, özgürlükten sonraki tarihinin en zorlu mücadelelerinden birine hazırlanıyor:
Şii milislerin düzenli ulusal ordu ile tam anlamıyla bütünleştirilmesi. Bu gerçekten de olacak mı?
Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi döneminde bu bütünleştirmeden ilk defa bahsediliyor olsa da Irak yönetimi için bu, bu konuya dair ilk duyuru değil.
Nitekim eski Başbakan Haydar el-İbadi, kendi döneminde, aldatıp da geri çekilmeden önce Washington’dan gelen açık baskılar altında en az iki kez buna benzer açıklamalar yaptı.
Bu bütünleştirmeye katılan grupların sayısını ise kimse tam olarak bilmiyor. Basında Haşd-i Şabi olarak bilinen büyük bir organizasyon şemsiyesi altındaki grupların sayısına dair rakamlar 5 ila 10 arasında değişiyor.
Bununla beraber kesin olan tek şey, her ne kadar ilgili bazı gruplar yoğun olarak Iraklı köklere sahip olsa da Haşd-i Şabi’ye tümüyle İran’ın Irak’taki Truva ordusu olarak bakılabileceğidir.
3 büyük grup var:
Hadi el-Amiri liderliğinde Bedir Örgütü, saflarında kendilerini Tahran Mollalarının yönettiği ‘küresel İslam devriminin’ ayrılmaz bir parçası olarak gören İranlılar olmakla birlikte büyük oranda Irak tarafının yönetimine boyun eğen ve Ebu Mehdi Mühendis liderliğindeki Hizbullah Tugayları.
Diğer Şii cemaatler arasından Asaib-i Ehl-i Hak ve Hizbullah en-Nüceba.
Bu son ikisi, bağımsız Iraklı birliklerden sayılamayacak kadar Tahran’daki iktidar ile sıkı bir bağa sahip.
Humeyni rejimi, kurulduğundan bu yana, Arap ülkelerinin çoğunu, Batılı sömürgeci güçlerin yerli nüfusu kontrol etmek için kullandıkları asli vatandaşlardan oluşturduğu bir ordu etrafında şekillenen yapay bir devlet olarak kabul ediyor.
Dolayısıyla devrimci İran’ın, Tahran’daki Ayetullahlara bağlı Arap devrim orduları oluşturarak bu orduları dağıtması veya en azından zayıflatması gerekiyor.
Bu stratejinin kurucu teorisyeni olan Mustafa Çamran, ABD’de eğitim gören ve Mollaların ülkedeki iktidarı ele geçirmelerinden sonra İran’a dönmeden önce Lübnan’daki ‘Muhrumin (Yoksullar) Hareketi’ni başlatan bir akademisyen. İran Devrim Muhafızları’nın ilk kurucularından biri olarak iktidarı ele geçiren Humeyni’nin oluşturduğu ilk devrimci hükümette de savunma dosyasını üstlendi.
1979’da ve kısmen 1980’de Humeyni, Irak’ta Saddam Hüseyin’i devirmeyi ve İran Şahı’nı düşürme senaryosunu orada da tekrarlamayı umuyordu. Ancak Saddam Hüseyin’in farklı bir tabiata sahip bir vahşi olduğunu ve iktidarını korumak için geniş bir kapsamda muhaliflerini katletmekte tereddüt etmeyeceğini çok geçmeden anladı.
1980 yılında Tahran Mollaları, iç askerî darbe yoluyla Bağdat’taki iktidarı ele geçiremeyecekleri sonucuna vardı. O dönemde Irak ordusundaki üst düzey Şii subay sayısı azdı ve onlarda, Tahran Mollalarını Irak yönetimine getirme konusunda hakiki bir arzu uyandırılamadı. Bu yüzden Mustafa Çamran’ın paralel ordu oluşturma fikrine başvurdular.
Saddam Hüseyin’in bir milyonu aşkın Şii Iraklı vatandaşı yerlerinden kovarak İran’a göndermesi bu planı kolaylaştırdı. Irak-İran Savaşı’nın (1980-88) başlamasıyla binlerce subay ve asker, Irak ordusunda hizmet etmekten kaçarak İran’a gitti. Paralel Irak ordusu tasarısına hizmet etmek üzere kendi aralarında büyük bir seferberlik havuzu oluşturan birçok subay ve astsubay da bunların arasında yer alıyordu.
Bedir Sancağı, Saddam Hüseyin’in iktidarına muhalefet eden ve Muhammed Bakır el-Hekim liderliğindeki dinî bir cemaat olan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi’nin askerî kanadı olarak görünürde Iraklı bir kimliğe sahipti.
1983 yılına gelindiğinde haber raporları, Şii Bedir Tugayı’nın, güçlerini çoğaltarak Irak ordusundan ele geçirilen 20’den fazla tankın yanı sıra birçok zırhlı araç, RPG roketatarları ve kısa menzilli topçu bataryaları ile donatılmış 15 bin savaşçıya ulaştığını belirtiyor.
1988 yılında ise Saddam Hüseyin’i devirmenin kolay olmayacağı aşikâr hale geldi.
İran’a bağlı milisler alanında uzman olan Araştırmacı Hamid Zümrüdi şöyle diyor: “İran’ın Lübnan’da kurduğu bir diğer paralel ordu olan Hizbullah tecrübesi ile kıyaslandığında Bedir Tugayı tecrübesi bize türünün tek örneği olan bir çelişki sunuyor. Lübnan’ın bölge haritasında coğrafi bir yansımadan daha fazlası olduğu dikkate alındığında Hizbullah tecrübesi, İran’ın yeni yöneticilerine duyulan tam bağlılıktan ötürü daha başarılıydı. Bedir Tugayı’ndaki Iraklı üyeler ise köklü Irak milliyetçiliği duygularına kapılmışlardı ve bu da onları, Tahran’ın iradesine tam anlamıyla uymaktan alıkoydu”.
Bu analiz, temel bir noktayı kaçırıyor olabilir. Şöyle ki Irak halkı, Şii vatandaşların ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturmalarından dolayı er ya da geç nihayetinde ellerindeki iktidarın düşeceğine inandı. Lübnan’daki Şiiler ise ülkedeki en kalabalık grubu oluşturmakla beraber yalnızca güç zoruyla ülkeye iktidarlarını dayatabileceklerini, bunun da yabancı güçlerden birinin desteğini gerektireceğini biliyorlar. Bu yabancı güç ise şu an İran.
Sebepleri bir kenara bırakacak olursak Tahran, Lübnan’daki Hizbullah’a yoğun olarak dayattığı kontrolün benzerini Irak’taki Şii Bedir Sancağı’na tam anlamıyla hiçbir zaman dayatamadı. Sonuçta Tahran ülkedeki paralel ordu düşüncesini destekledi ve bu düşüncenin rahminden başka bir İranlı dinî nesle mensup Şii mezhep adamı Mukteda es-Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu doğdu. Tahran ayrıca Şii Araplara ve Sünni Kürtlere tahsis edilmiş Iraklı bir Hizbullah şubesi kurmaya da niyet etti.
Tahran’dan nispeten bağımsız olunduktan bir süre sonra Bedir Sancağı, İran Devrim Muhafızları’nın bir kolu olan Kudüs Gücü’nün Komutanı General Kasım Süleymani yoluyla güçlü İran kontrolü altına girdi.
Bununla beraber 2011 yılında İran’ın Irak’ta bir Truva atına artık ihtiyacı yok gibi görünüyordu. Zira dönemin Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, Tahran’dan gelecek daimî destek karşılığında Irak’ı, İran’ın bölgedeki nüfuz alanının ayrılmaz bir parçası olarak yeniden oluşturmaya tam anlamıyla hazırdı.
Ancak DEAŞ terör örgütünün Irak ve Şam’daki beklenmedik yükselişi tüm bu planları değiştirdi. Terör örgütünün Irak’ın en büyük ikinci şehri olan Musul’u kolayca ele geçirmesi ve Suriye işgallerinin Irak topraklarına sıçraması, bölge ve potansiyelleri üzerine verilen egemenlik savaşının sona ermekten uzak olduğunu gösterdi. Nuri el-Maliki ve Tahran’daki müttefikleri anladı ki ABD ve müttefikleri tarafından modern bir biçimde eğitilen ve donatılan Irak ordusu, onların yerel ve bölgesel hedeflerini gerçekleştirme süreçlerine katılmayabilir.
“Yüce Rehber” Ali Hamaney’e oldukça bağlı olduğu düşünülen Keyhan gazetesi, başyazısında yeni Irak ordusunu, Musul’daki DEAŞ unsurlarından kaçtıkları için ‘bir avuç korkak ve hain’ olarak tarif ediyor.
Mustafa Çamran’ın en başta planladığı ‘paralel ordu’ stratejisi yeniden canlandırıldı.
2014 yılı kışında Kudüs Gücü’nün Kasım Süleymani’den sonraki ikinci adamı General İsmail Kani, paralel Irak ordusun oluşturulmasına ilişkin belirgin bir görevle Irak’a gönderildi.
Iraklı Haşd-i Şabi, yaklaşık 150 bin askerden oluştuğunu iddia ediyor. Bununla birlikte askerî analizcilere göre bu rakam oldukça abartılı. Haşd-i Şabi, özellikle doğrudan oradaki İran liderliği altındaki Tikrit’te olmak üzere girdiği savaşlarda savaşın herhangi bir zamanında 10 binden fazla asker konuşlandıramadı. Askeri oluşumların geleneksel devinim oranı ise en az yaklaşık 30 bin savaşçının iş gücünden bahseder.
Irak’ın elinde şu an mükemmel bir fırsat var. Bu, Ortadoğu bölgesinde bağımsız ve ilerici bir güç olarak yeniden yapılanması için nadir ve eşsiz bir fırsat olabilir.
Bununla beraber Irak, ulusların inşasındaki eski sömürgeci yöntemi tekrarlayarak bu çabasında başarılı olamaz.
Her bir şeyde dış güçlerden birine bağlı ulusal ordu etrafında şekillenen devlet kurmakla olmaz yani!