Hazım Sağıye
TT

Cibran Basil fenomeni hakkında

Lübnan siyasetinin önde gelen figürü, Dışişleri Bakanı ve (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareketi (ÖYH) Genel Başkanı Cibran Basil eleştiriler ile gölgelenmiş bir şekilde ilerlemekte ama bu sorun değil.
Asıl sorun, hakkındaki eleştiriler çok iken analizlerin ise az olmasıdır.
Basilcilik olgusu (Dışişleri Bakanı Basil’in adından yola çıkarak kendisini bu şekilde adlandırdık) her boyutta; bazıları gerçek bir ırkçılık karşıtlığından bazıları da mezhepçi ya da partici konumdan doğan eleştiri yerine analizi gerektirmektedir.
Lübnan Dışişleri Bakanı, analizlerin kendisini görmezden gelemeyeceği ve hakaretlerin ona yönelik öfkeyi yatıştırma görevini göremeyeceği kadar tehlikelidir ve kendisine yönelik bu öfke yatışmamalıdır.
Buna ek olarak; popülizmin küresel olarak yükselişe geçtiği bir zamanda kişisel yerginin artık çok da bir anlamı yoktur. Çünkü Dünyanın doğusundan batısına kadar var olan popüler liderler, sayın Basil’in sahip olduğu kişisel özelliklerden daha fazlasına sahip değildir.
Dolayısıyla bu da sıradanlığın artmasının ona olan talebi azaltacağı anlamına gelmektedir. Depolar artık bu yaygın ve popülist ürünle dolup taşmaktadır.
Doğrusu popülist ve elbette faşist liderler birçok nedenden ve özellikle de sahip oldukları sahte ego ile böbürlenmeleri ve kabarmalarından dolayı insanları kendilerine hakaret etmeye kışkırtırlar.
Bu nedenle karikatürist yaklaşım, onlara karşı muhalefetin ayrılmaz bir parçasıdır. Ancak muhalefet ne karikatür ne de diğer yergi türlerinden biri değildir.
Basil’in taşıdığı ilk tehlike; onun gökten zembille inmeyip bilakis yıllar içinde sahada yetişmiş ve anlamını tabandan alan bir gerçekliğin ifadesi olmasıdır. Zira bölge ile birlikte Lübnan da nüfus akışı ve sınırlar düzeyinde jeopolitik gelişmeler yaşamaktadır.
Bunun gibi jeopolitik değişimler; bugüne dair korkuları ve geleceğe yönelik endişeleri pazarlayarak yükselen bu sınıftan liderler için değerli bir hediyedir.
Geçiş aşamaları bütün türleri ile popülizmin en iyi müttefiğidir. İdeoloji ve bu durum tam bir acı ve yok olma haline dönüşür. Balçıktan olduğu için toprağa sağlam basamaz hale geliriz. Sınırlar artık sınırlamaz ve kapılar bizleri koruyamaz bir hale gelir. Kalabalıklar da demografiyi yerle bir edip güvencelerini ortadan kaldırır.
O halde ağlamaya başlayın çünkü korkunç haberler biraz sonra mutlaka size de ulaşacaktır.
Beşşar Esed’in vatandaşlarının yarısını evinden ve dörtte birini de yurdundan ederek yapmış olduğu şey ile Irak ve Suriye’yi birleştirdiğinde DEAŞ’ın yapmış olduğu şeyin her gün yaşanan sıradan ve basit bir olay olmadığını biliyoruz.
Bu iki büyük gelişmeye eşlik eden psikolojik ve sosyal etkileri, Hizbullah’ın zayıf Suriye sınırlarının arkasından bize saldırmaya hazırlanan tekfirciler ile ilgili hikayesinin yayılmasına eklediğimizde Basil’in korku ve endişeye yaptığı yatırımı ve bu yatırımın kendisine sunduğu dev siyasi kazanımları da anlarız.
Aynı şekilde ırkçılık ne kadar uydurma olsa da bunun, fiili olarak kendisine dayanak noktaları bulabildiği ve onları kışkırtıcı bir şekilde yorumlayarak güçlendirdiği ve pekiştirdiği gerçeğini değiştirmediğini de biliyoruz.
Elbette nüfus patlaması ve sınırların kalkması yoğun ve çok boyutlu bir gerçektir. Dolayısıyla kışkırtmalara da oldukça açıktır.
Gerçeğin diğer yarısı da bu patlamaya hazır jeopolitiğin aslında patlak vermiş olan bir sosyolojiye eklenmiş olmasıdır.
Bu sosyoloji; Arap ülkelerinde ve özellikle de Lübnan’daki kronik ve patlamaya hazır azınlıklar sorunudur.
Bu nedenle oran ve sayısal dengelerin değişmesi sorunu korku kültürünün ele aldığı en önemli ve ırkçılığın propagandasını en çok yaptığı konudur.
Esed çoğunluğu korkutma görevini DEAŞ da azınlıkları korkutma görevini üstlendi. Birbirlerine rakip konumda olan bu 2 vahşet tek bir amacı gerçekleştirmekte birleşti.
Suriye’nin dolayısıyla da Ortadoğu’nun birliğini bir kabusa dönüştürmek. Nitekim gerçekten de birincisi diğerinin cehennemine dönüştü.
Bunun yanında bölgede ve özellikle de Suriye’de karşı devrimlerin başarılı olması büyük olasılıkla krizi daha da büyütüp çoğunluk ile azınlıkları taraflaştırarak bu bölünmüşlüğü doğru bir şekilde çözme fırsatlarını azaltacaktır.
Bu noktada Basilciliğin görevi, azınlık bilincinin halen daha zehirlenmemiş olan kısımlarını zehirlemektir. Yani azınlık sorununu demokrasi programından çıkarıp popülist ve ırkçı programa dahil etmektir. Bu arada bu, kişinin kendisini aşarak büyüyen ve gelişen bir “popülizme” sahip olması durumunu ifade etmektedir. Tarihte bunun örneklerine çokça rastlanır. 
Son yıllara hakim olan koşullar da Avncılığın (Cumhurbaşkanı Avn’ın adından yola çıkarak kendisini bu şekilde adlandırdık) gerçekleştirdiği ve başarılı olduğu darbe için bir ödül gibiydi.
Bu darbe ile Avncılık; Hristiyanları bölge ve çatışmaları ile dünya ve ittifakları karşısında bütün geleneksel seçeneklerini gözden geçirmeye iten bir “ulusal kurtuluş hareketi”ne dönüştü. Son yıllarda Batı’nın kendisine kapanması ve tökezlemesi ise sözkonusu darbenin en büyük destekçisi olmuştur.
Ancak bütün bunlar Basilciliğin, “gerçekleri hayallerle tedavi etmek” olduğunu ortadan kaldırmamaktadır. Yine kendisine çözüm ürettiğini iddia ederken bizzat sorunun nedenlerinin büyümesine neden olan bir tedavi yöntemi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Hristiyanların tarihi krizlerinin nedenlerinden biri de savaş ve barış kararı üzerindeki etkilerini kaybettikleri duygusudur.
Basilcilik ve Avncılık ise bunu Hizbullah’a yani bu kararı tekeline alan ve sınırları ihlal etmenin varlığının tek gerekçesini oluşturduğu tarafa katılarak çözmüştür.
Aynı şekilde eğer Hristiyanların haklarını korumak için ortamı gerginleştirme yolu seçilmiş ise bu, mevcut statükonun verileri tarafından desteklenmeyen bir intihar eğilimi ile karşı karşıyayız demektir.
Sonuç olarak bu, insanların ve ülkelerin hayatını, akıl ve duygularını, duygu ve isteklerini hedef alan ciddi bir tehlikedir.
Bu durumda ise yergi ve hicvin hiçbir faydası yoktur.