Sam Mensa
TT

Lübnan: Hayali bir uzlaşmayı kurtarmak

Bölgenin Tahran ile Washington arasındaki tehlikeli gerginlik ile yatıp kalktığı bir zamanda, Lübnanlılar “uzlaşı” olarak adlandırdıkları sürecin akıbetini araştırıyorlar.
Gözlemci kendini Lübnan tarafları arasındaki kısır tartışmaların dışına çıkmak zorunda hissediyor, zira ülkedeki siyasi durumun daha geniş bir resmine bakmak gerekiyor.
Öncelikle "uzlaşma" terimini irdelemek gerekirse, her iki tarafın memnun kalması adına her bir tarafın diğer tarafa bazı tavizler verdiği, iki farklı taraf arasında yapılan bir anlaşma anlamına gelmektedir. Güç dengesi, taraflardan birinin diğerinden daha fazla avantaj elde etmesini gerektirebilir.
Lübnan meselesinde, Hizbullah ve müttefiklerinin General Mişel Avn’ı cumhurbaşkanlığına seçmedeki ısrarının etkisiyle bu uzlaşma, “14 Mart” muhalefet hareketi içindeki iki akım arasındaki anlaşmazlığın bir sonucu olarak geldi.
Birinci akım, bir cumhurbaşkanı seçememenin ülke için büyük bir risk taşıdığını söylerken, diğer akım cumhurbaşkanı olmadan durumun devam etmesinin bu tür riskler taşımadığını, bilakis cumhurbaşkanı Avn’nın iktidara gelmesini kabul etmenin “8 Mart” bloğuna her türlü boykot ve tehdit imkânı vereceğini, dolayısıyla esas zararın bu olacağını ifade etmişlerdi.
İlk akım ikinciye galebe çaldı ve iki hareket arasında bir "uzlaşma" sağlandı. Ülkenin içinde bulunduğu ana ikilemleri ele alan herhangi bir siyasi içerik üzerinde uzlaşıya varılmadı.
Hristiyanların Özgür Yurtsever Hareketi lideri Mişel Avn’ın Cumhurbaşkanlığına, Saad Hariri’nin de başbakanlığa gelmesi hedef olarak yeterli görüldü.
Demek ki süreç, makamların dağılımından ibaret kalmıştı.
8 Mart Bloğu diğer tarafa doğru tek bir adım dahi atmadı ve sözlüğünden tek bir harfin dahi düşmesine izin vermedi.
14 Mart Bloğu ise, her şeyden taviz verdi, ilginçtir gerçek anlamda bir uzlaşma belgesi imzaladığına, her şeyin yolunda olduğuna ve siyasi hayatta aktif bir rol oynamaya devam ettiğine inanıyordu.
İkinci akım birinci akıma teslim olmuştu, hâlbuki böylesi bir uzlaşının her şeyi temelden sarsacağını iddia ediyordu. 
Çünkü Lübnanlı bir bloğa doğrudan veto yetkisi verilmiş oluyordu; bu da bu blok onaylamadan hiçbir kimsenin cumhurbaşkanı makamına ulaşamaması gibi bir geleneğin yerleşik hale gelmesi anlamına geliyordu. Bu anlamda Hizbullah, cumhurbaşkanını seçme sürecinin anahtarı konumuna gelmiş oluyordu. Başbakan Refik Hariri’nin suikastından bu yana Hizbullah söz konusu siyasi yaklaşımını koruyor.
‘İsteğini elde edene kadar boykot uygulama’ siyasetini devam ettiriyor. Başlıca ihtilaflı konuların ele alınmadığı bir “uzlaşma”dan bahsediyoruz. Bu nedenle, politik “uzlaşma” kavramı boş sözden ibarettir, peki henüz ortaya çıkmamış bir uzlaşının çöküşünden bahsetmelerine ne demeli?
Peki, işler bu aşamaya neden geldi? Birbirinden farklı cevaplar uzayıp gidiyor. Ancak bazı nedenleri anlamak için bir gözlem üzerinde biraz durmak gerekiyor. 14 Mart Bloğu, uzlaşma olduğu iddia edilen bu anlaşmaya dâhil oldu, çünkü bölgedeki önemli olayları ve değişkenleri okuyamadı, bunların en önemlileri şu üç tanesidir:
Suriye'deki Savaş:
Bu blok, savaşın Esed rejiminin egemenliği ile sona erdiği inancına dayanarak söz konusu uzlaşmayı kabul etti. Ancak, anlaşma imzalandıktan üç yıl sonra, bu inancın yanlış olduğu, çünkü rejim ve müttefiklerinin birden fazla bölgedeki hâkimiyetine rağmen savaşın henüz sonuçlanmadığı ortaya çıktı.
ABD başkanlık seçim sonuçları:
Bu blok Donald Trump'ın 2016 yılında Beyaz Saray'a gelmesinin ne anlama geldiğini kavrayamadı.
Yeni yönetim, önceki yönetimin Ortadoğu'ya yönelik pozisyonundan tamamen farklı bir pozisyon belirlemedi. İran'la olan anlaşmazlığı, bir durumdan diğer bir duruma taşıdı. Sorunun özünün İran'ın nükleer hedefleri ile sınırlı olmadığını, bilakis bölge ülkelerinin işlerinde müdahaleci rollerini ve terör eylemlerine katılımını içerdiğini fark ettiler ve Şii kaynaklı terörizmin Sünni kaynaklı terörizmin diğer yüzü olduğunu idrak ettiler ama sonuç yine de değişmedi.
Suudi Arabistan'daki Değişim:
Bu blok genel olarak Körfez bölgesindeki ve özellikle de Suudi Arabistan'daki değişimin önemini fak edemedi. Krallığın kendi içinde yaşadığı açılım ve değişimin ne anlama geldiğini, ekonomik ve dış politikaya dair temel değişikliklerin İran dosyası ve dolayısıyla da Lübnan’a olası etkilerini göz ardı ettiler.
14 Mart Bloğu adına söz konusu Uzlaşmaya dâhil olanlar, bu değişkenleri okuma konusunda başarılı olamadılar. Uzlaşma, görünüşte bir yandan Özgür Yurtsever Hareketi ile Lübnan Kuvvetleri arasındaki uzlaşıya dayanırken, diğer yandan Özgür Yurtsever Hareketi ile Müstakbel Hareketi arasındaki uzlaşıya dayanıyordu, fakat aslında uzlaşma Lübnan Kuvvetleri ile Hizbullah ve Müstakbel Hareketi ile Hizbullah arasındaki uzlaşıya dayanıyordu. Lübnan Kuvvetleri ile Özgür Yurtsever Hareketi arasındaki uzlaşı metninin ana meseleleri ele almadığının sonradan ortaya çıkması bu tezi destekler mahiyettedir.  Zira aralarındaki uzlaşı metni, Hıristiyan bileşenlerin kimin tarafından temsil edileceği gibi kotaların ve makamların dağılımı ile sınırlı kalmıştı.
Uzlaşının çöküp çökmediğine dair dolaşıma sokulan yorumlar hiçbir şeyi değiştirmeyecek, çünkü sahadaki gerçekler, Hizbullah’ın hedeflediği her şeyi elde ettiğini gösteriyor. Şubat 2006’da General Avn ile imzalanan mutabakat zaptına bağlı kalmanın yanı sıra, Hıristiyanlarla yapılan uzlaşı kisvesi altından yapılan darbenin temellerini pekiştirmeye devam ediyor. Hizbullah öncelikle bir seçim yasası hazırlayarak bunu gerçekleştirdi. Ardından Sünni kesime el attı, Hariri'yi yalnızca Hizbullah’tan bakanlar ile değil, aynı zamanda “8 Mart” bloğu bağlamında kendisine yakın Sünni bakanlarla da kuşatmaya devam etti.
2006 tarihli mutabakat zaptının sonucu, Avn’ın cumhurbaşkanlığına ulaşması ile sınırlı kalmayacaktır, damadı Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in aynı göreve Hizbullah’ın desteğiyle gelmesi gibi bir sonucu da beraberinde getirecektir. Özellikle birbirlerine ciddi bir muhalefet yapmamaları bundan kaynaklanmaktadır. Söz konusu tutum, sınırların ötesine de taşan stratejik boyutlar taşıyor.
Suriye'de Beşşar Esed rejiminin ayakta tutulması yönündeki İran hamlesine Lübnan da dâhil edilmektedir. Doğu Hıristiyanlığı ön plana çıkarılarak sözde “azınlık ittifakının” desteklenmesi sağlanmaktadır. Bu formül kendi içinde tutarlı gözüküyor, zira Esed’in dillendirdiği “faydalı Suriye” projesinden Lübnan’da en fazla yarar sağlayacak olan kişi Cibran Basil veya aynı zihniyette olan başka bir kimsedir.  Hıristiyanların bu sürece düşünce ve pratikte katılımı, onları gelecekte karanlık bir sürece sürükleyecek, göç etme yoluna onları daha seri bir şekilde koyacaktır.
Lübnan'ın Hizbullah'ın cenderesinden, İran ekseninden, savaşların etkilerinden ve gelecekteki pazarlıklardan kurtulmasını sağlayacak herhangi bir çıkış yolu var mı? Geçtiğimiz birkaç gün içerisinde İran’ın Körfez’deki saldırılarında ısrar etmesi ve bu saldırıların insansız Amerikan uçağına kadar uzanmasına rağmen ABD’nin misilleme yapmaktan geri durması, ABD başkanının İran’la bir uzlaşıya girebileceğini, nükleer anlaşmanın bazı yönlerini iyileştirme ve balistik füzeler konusunu ele almakla yetineceğini, İran’ın bölge ülkelerine ve Lübnan’a müdahalesi gibi hayati meselelere girmeyeceğini gösteriyor.
Her bir bloğun diğerine verdiği tavizleri net bir şekilde ortaya koyacak gerçek bir “uzlaşma” olmadan Lübnan'da bir değişiklik olmayacaktır. Lübnan’ın varlığı ve rolü ile ilgili tartışmalı konular araştırılmadan şekli uzlaşmanın devam ettirilmesi, krizin devam ettiğini göstermektedir. Lübnan’ın bugün her zamankinden daha fazla, bölgenin siyasi haritası şekillenmeden önce Hizbullah’ın genişlemesinin önünde bir baraj oluşturacak sivil bir direnişe ihtiyacı var. Lübnanlılar bu direnişin içeriğini şu şekilde belirlemişlerdir: Bağımsız, demokratik, medeni ve modern bir Lübnan… Maalesef bu, bütün bir bloğu siyasi yaşamdan uzaklaştıran bir uzlaşmanın varlığında mümkün görünmüyor.
"Ülkeyi kurtarmak" bahanesiyle esasında hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş bir uzlaşmayı bazı rötuşlar yaparak yeniden yürürlüğe koymak için çaba sarf eden Başbakan Hariri'nin tutumunu izah etmek gerçekten zor. Ülkenin kurtarılması, sahada hiçbir gerçekliği olmayan ve yapılan darbeyi kapatmaya yönelik uydurulmuş hayali uzlaşmalar yoluyla değil ülke bileşenlerini ve güç dengelerini koruyarak yapılır.