Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Uygulamalar, müdahaleler ve ‘kaçınılmaz lanet’

Ahmet Çelebi, zorlu kariyeriyle ilgili farklı görüşlerin olduğu usta bir politikacıydı. Fakat aynı zamanda o, tereddüt etmeden nesneleri kendi ismiyle isimlendiren cesur bir adamdı. Çelebi, o günlerde sadece Amerikalıların dostu değildi. ABD ordusu, Saddam Hüseyin rejimini yıkmaya başladığı zaman Çelebi, dönemin İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ve Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ile görüşmesinin de yer aldığı resmi uğurlamanın ardından Irak topraklarına İran’dan yürüyerek girdi.
Yıllar sonra Çelebi, bana hatıralarını anlattı. Şu an önemli bir cümlesini hatırlıyorum. Çelebi, ABD’nin Irak’a müdahalede bulunmayı ve Saddam rejimini devirmeyi asla istemediğini söyledi. “Biz, Baas rejiminin iktidarda kalmasının ABD’nin çıkarlarını tehdit ettiği konusunda Amerikalıları ikna etmeye çalışarak, Kongre’de onları müdahaleye razı etmek için uzun ve sıkı bir çalışma yürüttük.” Çelebi, iki gelişmenin müdahaleyi kolaylaştırdığını söyledi: Irak’ın Kuveyt işgali ve 11 Eylül saldırıları. O, açık bir şekilde şunu da dile getirdi: “ABD müdahalesi olmasaydı; Irak halkı, yıllardır Saddam ya da oğullarından birinin yönetimi altında yaşardı.”
Çelebi, çıkarları güvende olduğu sürece Amerikalıların evlatlarının kanını dökmek ve Ortadoğu’da milyarlarca dolar harcamak istemediklerini ifade etti. Fakat büyük bir enerji kaynağı üzerinde uyuyan ve 3 kıtanın buluşma noktasında yer alan bu bölge, dış müdahaleleri gerektiriyor. Çünkü bazen bu bölge, dünyayı ve güç dengelerini bilmeyen maceraperest liderlerin ya da saatli bombaya benzeyen fikirlerin ortaya çıkmasına mahal veriyor. Çelebi, ABD’nin İran’ı yıllarca geriye götürebileceğinden dolayı İranlı yetkililerin ABD’yle doğrudan bir savaşa girmekten daha zeki olduğuna inandığını söyledi.
Bağdat’ta uzun bir gecede Çelebi, bana Batı’nın iki konuda tolerans gösteremeyeceğini açıkladı: Enerji kaynaklarının ve koridorlarının tehlikeye maruz kalması ve İsrail’in varlığına yönelik tehdit. Bu tarz tehditler, bölgeye Batılı güçleri çekiyor. Çelebi, İran devrimine bağlılığın devam etmesini garantilemek için ABD’yle çatışma ruhuna inanan İranlı bir neslin hevesinin azalmadan önce ABD-İran ilişkilerinin istikrara kavuşmayacağını fark etti. Çelebi, Mahmud Ahmedinejad ile Kasım Süleymani’nin, bölgedeki Amerikan varlığını devrim programına bir engel ve tehdit olarak gören söz konusu nesle ait olduğuna dikkat çekti.
Hiç şüphesiz Batı’nın politik, güvenlik ve askeri kurumları; hegemonyayı ve kural ile model dayatmayı destekleyen şahinleri kendi bünyesinde barındırmaktadır. Fakat Batı, araştıran ve inceleyen kurumlara ve aynı zamanda da denetleyen ve sorgulayan parlamentolara sahiptir. Burada basit bir şekilde şu soru sorulabilir: Irak, Kuveyt’i işgal etmemiş olsaydı; Batı, yüz binlerce askerini Saddam ordusunu disipline etmek için gönderebilir miydi? Ya da Kuveyt’teki emri vaki durumu kabul etme seçeneğinin beklenmediğinden veya makul olmadığından dolayı Kuveyt işgali, müdahaleyi gerektirecek bir müdahale türü oluşturmayabilir miydi?
Diğer bir husus. ABD güçleri, Irak’tan bir nevi hayal kırıklığıyla ayrıldı. Saddam’ı devirme hedefi gerçekleşti. Ancak refahı aramakla meşgul demokratik ve istikrarlı Batı yanlısı bir Irak kurma hedefi gerçekleşmedi.  Üstelik ABD ordusunun Irak’ta konuşlanması, radikalizmin yayılmasına ve cihadist grupların ortaya çıkmasına yol açtı. Ayrıca bu durum, komşu İran’ın Irak toplumuna ve Irak’taki karar alım merkezlerine sızmasını kolaylaştırdı. Bunun için ABD’nin hem bölgeden hem de bölgedeki askeri müdahalelerden uzak kalacağı düşüncesi yaygınlık kazandı. Fakat DEAŞ liderinin Musul’dan ortaya çıkması, örgütün Irak ve Suriye’de geniş bir alana yayılması ve kendi “devleti” içinde ve dışındaki vahşi uygulamaları; örgütün genişlemesini ve yalnız kurtlarını dünya çevresinde saldırı düzenlemeye hazırlayan sabit bir üsse sahip olmasını engellemek için ABD’ye müdahale seçeneğinden başka bir seçenek bırakmadı.
Çelebi, Batı’nın ne geçmişte ne de günümüzde bir hayır derneği olduğunu düşünmedi. O, Batı’nın bölgemize demokrasiyi getirmek amacıyla zorlu cerrahi bir operasyon gerçekleştirmek için kendi evlatlarını bile feda edeceğini hesaba katmadı. Fakat Çelebi, Ortadoğu’nun kadim çekişmelere ve kronik nefretlere esir olduğuna ve tehlikeler doğurduğuna inandı. Bu nedenle dünya, tehlikeleri bertaraf etmek için kuşatma ya da müdahale seçeneğiyle karşı karşıya kalıyor. Çelebi, New York’taki el-Kaide saldırılarını buna örnek veriyor.
Mevcut durumla doğrudan alakalı diğer bir husus da şudur: Nükleer anlaşma, Tahran’ın füze emellerini ve bölgesel hedeflerini dizginlemekte başarılı olsaydı, Donald Trump’ın İran’la yapılan nükleer anlaşmadan ayrılması kolay olur muydu? İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatmaya yönelik tehditlerini sürdürmeseydi ve Husiler, sonuçta enerji kaynaklarını ve koridorlarını tehdit edebilecek tacizlere başvurmasaydı; Trump yönetimi, gemilerini Körfez sularına gönderebilir miydi?
İran ve ABD arasındaki karşılıklı şüphelerden bahsetmek, İran’ın temel probleminin uzak ülkelerden önce, komşu ülkeleri endişelendiren politikası olduğu gerçeğini perdelememelidir. İran, komşularıyla barış içinde yaşamak istediğini söylüyor. Dışişleri Bakanı ise İran’ın komşu ülkelerine saldırmazlık anlaşmaları önerdiğini dile getiriyor. Tekrar eden uygulamalar ışığında komşular, doğal olarak şu şüpheye kapılma hakkına sahiptir: “Bu tekliflerin amacı, İran’ı ABD’yle çatışmaktan uzak tutmak ve aynı zamanda Tahran’ın küçük seyyar orduları aracılığıyla gerçekleştirdiği başarıları sindirmesini sağlamaktır.”
Ortadoğu’daki sorunlar, dış müdahalelerden başlamıyor. Aksine sorunlar, bu müdahaleleri gerektiren ve kolaylaştıran uygulamalardan başlıyor. Çözüm, uluslararası hukuka ve devletlerarası iletişim normlarına bağlı kalma, haritalara geri dönme ve haritaları füze ya da dronlarla ihlal etmekten kaçınma seçeneğiyle başlıyor. Bölgede hiçbir ülke, kendi modelini ve politikalarını başkalarına dayatma hakkına sahip değildir. Başkalarının haritalarına sızma, istikrarı ve çıkarları tehdit etme politikası, büyük müdahalelerin temel nedenidir.
Ortadoğu, politikaları değiştirmek, ortak yaşama adapte olmak, farklılıkları kabul etmek ve çıkarlara saygı duymak suretiyle çözümü kendi içerisinde başlayan bir sorundur. Bunlar gerçekleşmeden bölge, kendisi ve dünya için sorun olmaya devam edecektir. Bölgenin başkentlerinde uzun bir tecrübeye sahip bir diplomat, bir defasında şunu söylemişti: “Orduların bölgeye müdahale etmesinden ziyade bölgeden uzaklaşması daha iyidir. Fakat Ortadoğu, dünyanın ekonomisi ve istikrarı demektir. Bazen bu, kaçınılmaz bir lanettir.”