Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Savaş başladı: Peki nasıl ilerleyecek?

‘Savaş istemiyoruz’ sözü, İran, bölge ülkeleri ve ABD arasındaki krize karışan tüm tarafların söyleminde, neredeyse ortak paydayı temsil ediyor. İran, savaş istemediğini söylüyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ABD ve İsrail de aynı şeyi dile getiriyor. Ancak herkes, klasik anlamda askeri savaşın başladığı kuralına göre hareket ediyor.
Bir yandan Arapların, ABD’nin ve İsrail’in toplanması diğer yandan da İran’ın Gazze’de yeşil bölgede, BAE ve Suudi Arabistan’daki faaliyetleri… Tüm bunlar, askeri savaşın uzak bir ihtimal olmadığını söylüyor.
Askeri savaşa vurgu yapmamın nedeni şudur. Çünkü aslında İran’a karşı ekonomik bakımdan sert bir savaş yürütülüyor. Esasında bu, İran’ın nükleer dosyasına yönelik çatışmayla bağlantılı bir Amerikan savaşıdır. Ancak nükleer ve nükleer olmayan hesaplarından dolayı Suudi Arabistan ve BAE de bu savaşa doğrudan ortaktır.
Nitekim Suudi Arabistan ve BAE, mollalar rejiminin sergilediği tutuma paralel olarak düzenledikleri politik, diplomatik ve medya faaliyetlerinin yanı sıra İran petrolünün piyasadan çekilmesi nedeniyle oluşacak petrol arz açığını telafi etme sözü verdi.
Mevcut son açıklamalara göre yaptırımlar nedeniyle İran petrolü, günlük 500 bin varilin altına düştü. Buna paralel olarak ABD Hazine Bakanlığı’nın İran’ın tüm petrokimya sektörünü kapsayan yeni bir yaptırım paketi hazırladığı bilgileri ortaya çıktı. Bu da ekonomiye kurşun sıkmak anlamına geliyor.
Savaşın çıkıp çıkmayacağı bir yana mevcut savaş nasıl, hangi yönde ve hangi seviyede gelişecek?
Buna eş zamanlı olarak İran ve ABD arasında açık müzakere kanalları hakkında sağda solda söylentiler çıkıyor. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Umman Sultanı Qabus ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Öte yandan ABD Başkanı Donald Trump, İsviçreli mevkidaşını Beyaz Saray’da ağırladı. Umman ve İsviçre, yakın ve uzak geçmişte İran ve ABD arasında başarılı ya da başarısız bir arabuluculuk rolü üstlendi.
Yine burada başka bir söylenti gündeme geliyor. Arabuluculuktan bahseder bahsetmez bazıları, İran ve ABD’nin kendi çıkarları için ideal bir anlaşma yaptıkları çıkarımında bulunmak maksadıyla ya kendilerine zarar verecek bir anlaşmadan korkan karamsarlar kervanına ya da İran’ın amacına ulaştığını düşünenler bloğuna katılıyor.
Biraz yavaş olun.
Donald Trump ABD’si, İran’ın nükleer bombaya sahip olma yollarını belli bir süreliğine değil, sonsuza kadar kapatmayı garantileyen daha iyi bir nükleer anlaşma istiyor. Yine Trump Amerikası, İran’ı devrim hanesinden devlet hanesine taşımak istiyor. Bu da İran’ın Ortadoğu’daki militan dükkânlarını kapatmasını ve Afrika’ya Latin Amerika’ya ve kara para aklama, uyuşturucu ticareti ve diğer organize suç kartelleri aracılığıyla Washington’ın arka bahçelerine kadar uzanan mafyavari ahtapot kollarını kesmesini zorunlu hale getiriyor.
İran ise asıl sorunları çözmeden, yaptırımları mevcut düzeyde durdurmasına, Trump’ın öfkesini zapt etmeye ve Suudi Arabistan’ın BAE ve Mısır ile ortaklaşa yürüttüğü Arap politikasını engellemesine yardım edecek bir müzakere istiyor. Ciddi müzakere ise İran’ın, mollalar İran’ının geri dönmemesi noktasında stratejik bir karar alması demektir. Fakat şu ana kadar buna dair hiçbir kanıt yok.
Mevcut ABD yönetiminin vakit kazanma tuzağına düşeceğini zannetmiyorum. Önceki yönetimin kurmayları, eski nükleer anlaşmanın İran’ın bölgedeki tahrip edici rolünü çözüme kavuşturmayı kapsamamasının Tahran ile işbirliğindeki en büyük stratejik hatalardan birisi olduğunu itiraf etti.
Bu kapsamda İran’la gizli nükleer müzakerenin mühendisi William Burns, ‘Arka Kanal’ kitabında bir itirafta bulundu. Burns, “İranlılara nükleer anlaşmanın İran’a karşı izlenen sert politikanın sonu değil, başlangıcı olduğunu göstermek için daha fazlasını yapabilirdik” dedi.
Washington’ın müzakereden istediğiyle Tahran’ın istediği arasındaki bu büyük fark karşısında çözüm şansı yüksek gibi görünmüyor.
Genellikle gözlemciler, İran sorunuyla ilgilenen 5+1 ülkelerin bağımsız hesaplarını göz ardı ediyor. Burada 5+1 ülkeleri, nükleer anlaşma konusunda müzakere yapan ülkeler değildir. Benim burada kastettiğim 5+1 ülkeleri, bölge ülkeleri olmaları nedeniyle Rusya’nın yanı sıra Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Bahreyn ve İsrail’dir.
Özellikle bu ülkelere Suriye’de İran’la ve İsrail’le ilişkileri yönünden bakılabilir. Nitekim Moskova, Ortadoğu’daki varlık ve siyasi etki platformunu Suriye’de inşa ediyor. Bu ülkeler, farklı şekillerde İran’la temel sorunlara sahip. Bu sorunların bazısı, geleceğe ve varlığa ilişkin sorulardır.
5+1 ülkeler grubu, Washington ile hesapları çelişse bile, İran’a projesini sürdürmesine müsaade edecek düzenlemelere yeniden göz yummayacaktır. Suudi Arabistan ve BAE’nin ‘Yarımada Kalkan Gücü’ içerisinde yer aldığını herkes göz önünde bulundurmalıdır. Suudi Arabistan ve BAE, Washington’a bildirmeden 2011 baharında Bahreyn’e girdi. Öyle ki sınırı geçme kararından 48 saat önce dönemin ABD Savunma Bakanı Robert Gates, başkent Manama’yı ziyaret etmişti.
Şimdiki zaman, 1967 yılındaki muhafazakâr rejimler ile devrim rejimleri arasındaki Arap-Arap soğuk savaşını hatırlatıyor. Aynı zamanda şu anki zaman, Filistin meselesini, direniş sloganlarını ve terörle mücadeleyi istismar etmeyi andırıyor. Dönemin Abdünnasır rejimi yerine bugün mollalar rejimi mevcut.
Dün bugüne ne kadar da benziyor!
Ekonomik bakımdan bitkin iki rejim. En üst seviyede bölgesel tamahkârlık. Bu iki rejimin karşısında ise karar sahibi, güçlü ve dikkatli yeni liderler tarafından yönetilen ülkeler bulunuyor.