Abdurrahman Şalkam
TT

Çöllerde ve tarihte helak edici Libya kanı

Coğrafyanın yanı sıra Tarihin de kendine has yaratıcılığı ve tuzağı vardır. Ülkelerin süreçlerini ve yaşam haritalarını ortaya koyanlar ise insanlardır. Her ülkenin geride bıraktığı izler ve eserler vardır, kendi topraklarında yaşayanlar arasındaki ilişkilerin labirentinde kendince bir işlevi vardır ve hiçbir zaman yok olmaz.
İtalyan sömürgeciliğini yaşayan büyüklerimizden duyduğum bazı hatıralar hala zihnimde canlıdır. İtalyanların zorla Etiyopya ve Eritre'de savaşmak üzere götürdükleri kişilerden biri de Hac İbrahim’dir. Trablus'tan bu ülkelere yani Habeş diyarına olan yolculuk korkutucu bir meçhule yelken açmaktı. Deniz yoluyla gerçekleşen bu yolculuk trajik hadiselerle doludur, zira pek çok kimse yolculuk esnasında ölmüştür.
Doyurmayan yiyecekler, susuzluğu gidermeyen sular… Susuzluk içtiler, açlık yediler. Güvertede bulunan birçok gencin sonunu getiren ve yürekleri sızlatan hastalıklar… Hac İbrahim, deniz üstünde ölümün ortadan kaldırdığı, Habeş diyarına İtalya için savaşmaya giden yoldaşlarının adlarını listeler. Güneyden Trablus'a kadar bir İtalyan kamyonunda köyünden kendisine eşlik eden arkadaşı Miftah, Kur'an okumayı, dua etmeyi ve namaz kılmayı bir an olsun bırakmaz.
Onları Trablus'un dışındaki bir kampta toplarlar ve savaşmak için eğitmeye başlarlar. İtalyan komutanın adı Antonio idi ve Libyalı tercümanın ismi de Miftah idi. Ancak bahsi geçen, zorla silah altına alınan, namaz kılan, Kur’an okuyan, mütedeyyin Miftah değildi. Çok sert ve kaba davranan birisiydi.
Askerlerden birinden daha önce hiç duymadıkları bir ülke olan Habeşistan’a İtalyan ordusuyla beraber savaşmak için gideceklerini öğrendiler. Genç ve dindar bu gencin uykularını kaçıran bir endişe vardı. Sonradan bu endişe kaygı ve gerginlik dağına dönüştü, sorusu herkeseydi: Habeşistan’dakiler Müslüman mı, İtalyan kâfirlerle bir olup onlara karşı mı savaşacağız?
Bu dindar genç, acısını ve endişesini artıran bu soruya bir cevap bulamadı. Eritre'ye geldiler ve orada sefaletin kol gezdiği küçük kamplara dağıtıldılar. İtalyan askerleri onlara silah dağıtmaya başladı, sonrasında ise savaş cephelerine transfer edildiler. Hac İbrahim’in savaştığı bölge dağlık bir alandı, Habeşli savaşçılara yapılan ilk saldırıda Miftah ile beraber pek çok Libyalı asker hayatını kaybetti.
Aynı zamanda İtalyanlar, Libya Mücahitlerine karşı İtalya saflarında savaşmak için binlerce Eritre ve Habeş askerini Libya'ya taşıdılar. Bu trajedi gerçekten korkunçtu. Korku harfleri bu trajediyi yazmaya başladığında, tarih bile kızgınlığını gizleyemeyecektir.
Libya’da bulunan İtalyan sömürgesi, insanlar, topraklar ve tarihle savaştı. İtalya, tarihsel bakımdan sol olarak sınıflandırılan liberaller tarafından yönetiliyordu, Libya'nın işgalini ve hasta adamın (Osmanlı İmparatorluğu) buradan sökülmesini isteyen sesler yükselmeye başlamıştı. Kampanyanın fikri yönünü İtalyan şair D'Annunzio yürütüyordu, Roma İmparatorluğu'nu yeniden eski ihtişamlı dönemlerine döndürme çağrısı yapıyordu.
Karşı sesler de yükseliyordu, ancak karar savaş ve işgal şeklinde verilmişti. En başından beri şiddet, toplu katliam, soykırım ve açlık her yeri kaplamıştı. Yeni üretilen İtalyan silahları zavallı ve fakir Libya halkına karşı kullanılmıştı. Onların ellerinde ise eski yapım Türk silahlarından başka bir şey yoktu ve gelişmiş İtalyan silahları karşısında yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Sömürgeciler binlerce Libyalıyı iç bölgelere kadar sürdü ve oradan İtalyan işgalcilere direnmeye devam ettiler. Açlık, susuzluk ve hastalık, geriye çekilen bu direnişçilerin ayrılmaz bir parçası haline gelmişti. Çöl bir hendek, bir labirent, bir trajedi yerine dönüşmüştü, artık özgürlük aranır hale gelmişti.
İtalyanlar, kabilelerin çoğunu yok eden hava kuvvetlerini kullandılar ve korkunç kitlesel tutuklamalar gerçekleştirdiler. Faşistlerin Roma'da iktidara gelmesiyle birlikte trajedi büyümeye ve genişlemeye başladı. Mussolini Libya'yı İtalya'nın bir parçası haline getirmeye karar verdi. Çocukları, kadınları ve yaşlıları da kapsayacak şekilde bir ölüm, yer değiştirme ve tutuklama furyası başlattı. Çöl artık bir hendek ve sığınak haline gelmiştir. Komşu ülkelere göç, siyasi ve silahlı bir direnişin başlangıcını teşkil etti.
Libya'nın dört bir yanından Mücahitlerin katıldığı 1915’teki Kardabiya savaşında Birinci Dünya Savaşı’ndan dolayı zaten tükenmiş olan İtalyan kuvvetleri yenilgiye uğratıldı. Sonrasında ise İtalya'da yeni bir eğilim doğdu, Tunus'taki Fransız varlığına ve Mısır’daki İngiliz varlığına benzer bir model uygulanacaktı. Yani Trablus ve Fizan bölgelerini içeren bir Libya cumhuriyeti kurulacak, İtalya ise onların hamisi olacaktı.
Cumhuriyetin liderleri görüş ayrılığına düştüler, aralarında çekişme ve çatışmalar gerçekleşti. Faşistlerin Roma'da iktidara gelmesiyle birlikte, proje kesin bir şekilde suya düştü, Mussolini ile generallerinin zulmü ve egemenliği, tarihin de tuzakları başladı. II. Dünya Savaşına İtalya’nın girmesiyle birlikte tarihte yeni bir sayfa açılmış oldu, Libya varlığı ortaya çıktı, ülke bağımsızlık kazandı ve "Birleşik Libya Krallığı" kurulmuş oldu.
1969'da krallığın düşmesinden sonra, Libya Arap Cumhuriyeti kuruldu ve Devrimci Ulusal Arap Devletleri Teşkilatına katıldı. Yeni devletin siyasal kimliği, siyasi ve askeri olarak sınır ötesinde birçok çatışmalara neden olmuş ve Libya’yı büyük ve küçük devletlerle çatışmaya sokmuştur. Kırk yıllık iç ve dış gelişmeler, ekonomik, politik ve ideolojik dönüşümler ülkede farklı bir kültürel ve entelektüel durum meydana getirdi.
Bu yeni durum önceki aşamalardan oldukça farklıydı. Yaşanan devrim kitlesel kuvveti yerle bir etti, dış askeri müdahale döneminden sonra devlet çöktü. Dış müdahaleye ek olarak her şey için bir mücadele başladı; para, güç ve ideolojik rekabet… Ülke başka bir kanlı labirent döngüsüne girdi. Tarihin ve coğrafyanın tuzağından kaçamadı.
Bugün Libya, selim aklın yokluğunda kan çamuruna geri dönüyor. Ulusal sıkışmışlık ve üstün olma arzusu her şeyi mahvediyor. Hac İbrahim ve mütedeyyin Miftah'ın trajedisi Libya'da eksik olmuyor, ancak bu kez Etiyopya veya Eritre'de değil kendi topraklarında.