İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Askeri iktidar ile iç savaş arasında

Son birkaç günde yaşadığımız iki deneyim, ülkelerimizin çoğunda askeri kurumların oynadığı rolü ortaya koydu. Halklarımızın güvenlik alanındaki istikrarın güvencesi gözüyle baktığı ve kendisini görevden ayrılan iktidarın zulmünden koruyacak siyasi geçiş şemsiyesine ihtiyaç duyduğunda muhtaç olduğu bu kurum; halkların söz konusu geçişin güvencesini verdiğinde dürüst ve iktidardan bağımsız olmasını bekledikleri ve meydanı sivil yönetimi savunmakla meşhur kişilere bırakmasını istedikleri kurumun ta kendisidir. İktidarın nereden geleceğini kimsenin bilmediği barışçıl ve doğal yollarla iktidarı devrediş fırsatlarının ortadan kaybolduğu ülkelerde mezhep, kabile ve aşiret temelinde yaşanan çekişmeler, iç savaş için bir reçete haline geldi.
Cezayir ve Sudan’da Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın ‘beşinci dönem’ için yolunun kesilmesini ve Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’in düşüşünü isteyen halk toplulukları, sokaklara döküldü. Her iki durumda da ordu olaya müdahale edip göstericilerin yanında durmadıkça, göstericilerin taleplerinin gerçekleşmesi mümkün olmadı. Cezayir’de Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayed Salih, ülke yönetimi için yeterli olmadığını gerekçe göstererek Cumhurbaşkanı Buteflika’dan geri çekilmesini talep etti. Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı açıklamada Cezayirlilerin çoğunun tercih ettiği isimlendirmeden hareketle, Buteflika’nın etrafını saran topluluğu ‘çete’ olarak nitelemesi, Cezayirli protestocular tarafından kendi duruşlarına ve taleplerine bir destek olarak algılandı.
Sudan’da ise ordunun, Genelkurmay Başkanlığı binası önünde toplanan ve Ömer el-Beşir’in istifasını isteyen protestocuların yanında durduğu belirgindi. Sudan Meslek Grupları Birliği ve kendilerini ‘Özgürlük ve Değişim Güçleri’ olarak adlandıran bir grubun çatısı altında bulunan diğer odaklar, silahlı güçlerin halkın tarafında olması ve Beşir’e bağlı kalan güçlerin göstericilere saldırmasını engellemesini memnuniyetle karşıladı.
Göstericiler, ordunun bu tavrını iyiye yordu. Cezayir’de Buteflika, iktidardan ayrıldı. Sudan’da ise ordu komutanlığı Ömer el-Beşir’in iktidarının sona erdiğini duyurdu. Taleplerin gerçekleşmesi ile birlikte iki ülke ordusu ve göstericileri arasında değişimden sonrası ile ilgili yeni bir sorun baş gösterdi. Cezayir’de Genelkurmay Başkanı anayasanın gözetilmesini ve geçiş dönemi başkanı yani anayasaya göre Millet Meclisi Başkanı Abdulkadir bin Salih’e üç ay yönetim fırsatı sunularak kendisinin katılma hakkının olmayacağı başkanlık seçimlerine hazırlık yapmasını talep ediyor. Aynı zamanda anayasal boşluğa ve devlet kurumlarının zarar görmesine yol açabilecek zayıflatıcı sloganların da terk edilmesi çağrısında bulunuyor. Ancak muhalif güçler, Buteflika yönetimi kalıntısı olmasından hareketle Abdulkadir b. Salih’in liderliğine karşı çıkıyor.
Hartum’da Savunma Bakanı Birinci Korgeneral Avaz b. Avf, anayasanın rafa kaldırılarak iki sene boyunca ülkeyi yönetecek askeri bir meclis kurulacağını duyurdu. Muhalefet bu karara protestoları sürdürerek karşılık verdi ve orduyu ‘devrim talepleri hırsızlığı’ yapmakla suçladı.  Askeri meclis, ‘iktidar heveslisi olmadığını’ ve yeni hükümetin sivil bir hükümet olacağını duyursa da, muhalefete göre Bin Avf ve onun askeri meclisinin iktidarı, el-Beşir’in iktidarının bir devamı niteliğindedir. Zira el-Beşir de zamanında Savunma Bakanı’nın vekiliydi.
Hartum ve Cezayir’de ordu, Buteflika veya Ömer el-Beşir’in ordusu gibi davranmayarak iktidar için barışçıl ve siyasi bir geçiş sürecinin kefili rolünü üstlendi. Bunun ne kadar önemli olduğunu değerlendirebilmek için Beşşar Esed’in ordusunun Suriyelilere yaptıkları ile karşılaştırmak yeterli. Suriye devrimi başladığında onların isteği de Hartum ve Cezayir’de ordunun gerçekleştirdiği şeyden yani rejimin başındakinin uzaklaştırılıp yerine aynı iktidar partisinden ya da Beşşar Esed’in etrafındaki ordu komutanlarından da olsa başka birinin getirilmesinden fazla bir şey değildi. 
Bu karşılaştırmanın önemi; Arap protestoları, koşulları ile başa çıkmada bir gerçekçilik dayatır. Özellikle de Suriye, Libya ve Yemen’deki Arap Baharı tecrübesinden sonra toplumları ve kurumları tehdit eden alternatif önümüzde dururken. Nitekim bu tecrübenin neticesinde bu üç ülkede mezhep, kabile ve çıkar düşkünlüğü vatana bağlılığa baskın geldi ve ekonomik bir çöküntü ile siyasi bir dağılma yaşandı.
Söz konusu karşılaştırma aynı zamanda geçmişten ders almayı da öğütler. Cezayir, ordunun iktidarı ele geçirip devletin sivil kimliğini ve siyasi süreci ortadan kaldırmayı planlayan İslamcılara karşı taraf olduğu ‘kara on yıl’ boyunca kanlı bir çekişme ile boğuştu. Bu noktada Cezayir’de o kanlı dönemi hatırlatan bir kaymayı engelleyebilecek tek güç olması bakımından ordunun bu siyasi sürecin kefili olarak şimdi üstlendiği rol çok önemlidir.
Sudan’daki askeri devrimlerin tarihini hatırlatmaya gerek bile yok. İki Cumhurbaşkanı Cafer en-Nemiri (Numeyri) ve Ömer el-Beşir ile Hükümet Başkanı Sadık el-Mehdi bu yolu benimsedi. Bugün protestocuları, ‘iktidarı sivil bir geçiş hükümetine devretme’ çağrısı yapan talep üzerinde ciddiyetle durmaya iten şey budur. Tıpkı Milli Ümmet Partisi’nin askeri meclisin el-Beşir’in iktidarını sonlandırdığını açıklamasından sonra talep ettiği gibi. Çünkü böyle bir hükümetin varlığı, mevcut koşullarda Sudanlı taraflar arasında var olan derin ayrışmaya yansıyacak ve istikrarsızlık halinin artmasına yol açacak. Elbette bu durumda ordu, bu hükümete iktidar fırsatı tanımazsa yönetmesi mümkün olmayacak ki, şu an böyle bir şey söz konusu değil.
Ordu, iktidar geçiş sürecini denetlemek hatta üstlenmek için ideal bir çözüm değil. Bununla birlikte rejimlerimiz ve toplumlarımızın çoğunda ortaya konan alternatif, siyasi geçiş sürecini Batı sistemlerinde olduğu gibi akıcı kılacak bir yöntem sunmuyor. Ne parti çalışmamız bunu sağlıyor ne de demokrasi kültürümüz. Bunun içindir ki alternatif yani sivil hükümet, çoğu durumda iç savaşla sona erebilecek kaos ile eş anlamlı olabiliyor.
Demokratik bir kültür ve deneyim iddiasında bulunan Arap ülkelerinden biri olan Lübnan’da sivil kıyafet içinde olsalar da askeri liderler, siyasi krizler ile iç savaşların tek çıkış noktası oldu. Her cumhurbaşkanlık döneminin bitiminde iktidar geçişi bunalımı, boşluğu doldurmak için bir ordu komutanının gelişine zemin hazırlıyor. 1958 yılındaki mini iç savaştan sonra Cumhurbaşkanı Fuad Şihab, sonraki Cumhurbaşkanı Emin Cemayel’in görev süresinin sonunda askeri hükümete başkan olarak atadığı General Mişel Avn ile önceki iki ordu komutanı Emil Lahud ve Mişel Süleyman örneğinde yaşanan durum buydu. Süleyman’ın görev süresinin sonunda Temsilciler Meclisi bir cumhurbaşkanı seçemediğinde boşluk iki buçuk sene sürdü ve nihayetinde mevcut Cumhurbaşkanı Mişel Avn tercih edildi.
Geçmişin tecrübelerinden faydalanmak bilgelikse eğer, ders almak isteyene bizim Arap ülkelerimizde bol sayıda tecrübe ve trajik örnek mevcut.