Abdulaziz Tantik
TT

'Düşünce'de yapısal özellik: Denge ve istikamet…

Herhangi bir olgunun, düşüncenin ve olayın ya da kişinin varlığının anlamını, duruşunu ve yapısını değerlendirirken bu iki temel kavrama gönderme yapmanın ölçmenin sıhhat şartları için kaçınılmazdır. Dengesi bozuk dediğimizde hem artı, hem eksi boyutu itibarı ile bir bozukluktan söz açmış oluyoruz. Çünkü ister dengenin altına doğru bir seyir, ister dengenin üstüne doğru bir seyir izlesin sonuç değişmiyor. Dengede inkâr ve istismar aynı değere sahiptir. İki durumda da denge yitimine uğrayan şey bozuk olarak betimleniyor.
Denge; herhangi bir şeyin sağa veya sola, geriye veya öne aşırı derecede yönelmeden tam olarak olması gerektiği gibi bir hareket seyri içinde varlığını idame ederken herhangi bir aşırılığı dışlamasını başarmasıdır. Tabii ki her olayda ve olguda veya farklı kişiliklerde denge durumu ona göre biçim kazanabilir. Ancak burada asıl olan denge durumunun muhafaza edilmesi ve bu durumu süreklileştirecek bir pozisyonu tutarlı ve mantıklı bir şekilde devamını sağlamaktır.
Düşüncelerin sisteme dönüştüğü zeminde artık bir denge arayışı önemini ortaya çıkartır. Çünkü denge, sistemin sağlıklı bir şekilde işleyip işleyemeyeceğini belirgin kılan en önemli etkenlerden biridir.  Denge, adaletin ve hakların dağıtımında özgürlük alanının daraltılıp genişletilmesinde sistemin üstünde bariz bir etkiye sahip olduğu bedihidir. Bir sistem eleştirisindeki en önemli ölçüt; sistemin denge noktasının haklar, özgürlükler ve adaletin gerçekleştirilmesi ile birlikte yaşamı zorlaştıran veya kolaylaştıran boyutudur.
Denge, sağa veya sola doğru yönelerek kendi dengesini bozacak adımları atmaktan imtina eder. Ya da sistemi çalıştıranların denge noktasını korumaya almaları ve her türlü aşırılıkların uzak tutulması gerektiği konusunda hem fikir ve bu konuda irade beyanında bulunmaları esas kabul edilmelidir. Denge daha çok kendi bulunduğu noktayı derinleştirerek veya yükselterek varlığını kalıcı hale getirir. Bu yüzden meseleyi bir tahterevalli üzerinden anlatacak olursak; tahterevallinin sağına ve soluna doğru her hamle dengeyi bozacaktır. Bu yüzden dengenin sağlanması için hangi yöne hamle yapılıyorsa diğer yöne de aynı ölçüde bir ağırlık yüklenmesi kaçınılmaz olacaktır. Tabii ki bu daha çok enerji kaybına ve kuvvet yitimine neden olacaktır. Bu yüzden denge noktası ne kadar güçlendirilirse o kadar doğru ve dengenin sabitliği sağlanmış olacaktır. Çünkü denge kendi ağırlık noktasını derinleştirdiği sürece o dengeye yönelik saldırıları püskürtmek de o kadar kolaylaşacaktır.
İstikamet ise bize dengenin nerede olduğu sorusuna cevap verecektir. İstikamet bir şeyin, kişinin, durumun, olgunun ve düşüncenin yönelimini işaret eder. Akıp gideceği yön belli olmadan o yolun denge noktasını işaret etmek zor olacaktır. Bu yüzden istikamet hem varlık alanının anlam haritasını belirlerken, hem de bu anlamın güvencesi olan denge noktasının varlığını da tebarüz ettirir. İstikamet bu çerçeve içinde kaçınılmaz bir şekilde yapısal bir özellik kazanır. Zaten denge ve istikamet herhangi bir düşüncenin veya sistemin yâda olgu veya durumun, kişiliklerin yapısını betimler. Bir yapıyı yapı kılan şey o yapının denge noktasının varlığı ve istikametinin netliğidir. O zaman yapı bir değerlendirme ölçütüne kavuşur.
İstikamet, varlığın akışının yönünü belirlerken hem yolda nasıl davranışlar ortaya koymasını belirlediği gibi, hem de hedefinin uzaklığını veya yakınlığını ortaya koyar. Böylece o şeyin bulunduğu konumu belirlemek daha kolay bir hal alacaktır. Yani kişinin geleceğinin neliği meselesini o kişinin istikameti belirliyor. Daha teknik bir anlatımla; istikamet, sahibi olduğu herhangi bir şeyin kimliğini, karakteristik yapısını ve yolculuğunun hikâyesi yanında, o yolculukta hangi ölçülere göre davranması gerektiği gibi temel konuları da açıklığa kavuşturan temel bir etmendir. İstikamet bu çerçevede dengenin varlığını korumayı zorunlu kılar. Çünkü denge olmadan istikamete kavuşmak mümkün değildir. Dengenin kaçırıldığı her yerde istikamette sapmalar meydana gelir.
Denge kendi içinde bir tutarlılığı ve akliliği taşır. Tutarlı olmalıdır; çünkü eğer tutarlılığını kaybederse dengesi bozulur. Akliliğini korumalıdır; akli yetisini kaybettiği zaman gücü zaafa uğrar ve yeniden güçlenmenin imkânını elinden kaçırmış olacaktır. Bu yüzden denge varlığını hem tutarlılığa, hem de akliliğe dayalı kılmayı başaracak bir iradeye sahip olmalıdır. Tutarlılık denge bağlamında bir meşruiyet çerçevesi çizer. Tutarlılık aynı zamanda akliliğe de davetiyedir. Aklilik ise dengenin muhafazasında nasıl bir yöntemin izleneceğinin belirginlik kazandığı bir zemindir. Bu yüzden denge öylesine, başıboş ve ne yapılırsa sağlanır gibi durumlar üzerinden korunamaz. Tam tersi; denge, kendisini muhafaza ederken, ne kadar enerji harcayacağını, hangi enerji kaynaklarını kullanacağını, bu konuda sarf edilecek gücün hangi aralıklarla yeniden toparlanabileceği gibi temel kuralları aklilik üzerinden belirler. Denge, tutarlılık ile aklilik gibi iki temel unsura dayalı olarak varlığının idamesini garantiye alır. Kendisine yöneltilecek saldırıları da bu düzeyden hareketle püskürtür.
İstikamet ise üç temel ilkeye dayalı hale gelir. Niyet ki bu aynı zamanda irade beyanı anlamına gelecektir. Samimiyet ve sadakat ise istikametin sapmasını engelleyen en temel kavramlarıdır. Niyet olmadan istikametin kendini koruması ve yeni istikametlere yönelmesini engellemek zordur. Niyet istikameti sabit kılar. Samimiyet ise istikametin istikamet olmaktan çıkarılmasını veya istikamet üzerinden nemalandırılacak bir zeminin varlığını yok etmenin en temel etmenidir. Samimiyet sadece istikamete yönelmek ve hedefe ulaşmanın istikamet tarafından zorunlu kıldığı ilkelere bağlılığı esas kılan bir özelliktir. Bu yüzden istikametin güvencesini sağlar. Sadakat ise istikameti hep bir ödül haline getirmenin ve istikametin sağa veya sola sapmasını engelleyen tavırların varlığına işaret eder. İstikametin öngördüğü ilkeleri hayata aktararak onların varlık kazanmasını sağlar ve böylece istikameti hep bir denge üzerinden varılacak bir yol ve yolculuk kılar.
İstikameti sağlamlaşmış, dengesini bulmuş ve koruma altına almış bir sistem arızasız bir şekilde çalışma imkânını kazanır. Bu ilkelere sadakat gösterildiği sürece de bu denge hali muhafaza edilerek istikamete yönelik yakınlık hep öne çıkarılır. Varılacak o nokta varılabilmenin umudunu diri tutarak dengeyi ve istikameti anlamlı hale dönüştürür. Böylece elimizde herhangi bir sistemi nasıl değerlendireceğimizi ve hangi kıstaslara dikkat kesildiğimizde sistemin analizini yaparak o sistemin işe yarayıp yarayamayacağını kestirmek daha da kolaylaşacaktır.
Bizim için asıl soru, düşüncelerin üzerine bina edilen sistemlerin denge ve istikamet üzerinden sorunlarının oluşturduğu insan tipolojisinin anlamı ve varlığının kazanacağı güç ve zaafıdır.
İslam düşüncesi hangi dengeyi gözetir ve istikameti nedir? Bu soruları cevaplamak aynı zamanda Müslüman bir şahsiyetin kimliğini inşa konusunda da nelere dikkat kesilmesi gerektiği sorununu da çözüme kavuşturacaktır.
İslam düşüncesi söz konusu olduğunda istikamet; dünya hayatından ahiret hayatına geçişi sağlayan bu dünyadaki imtihanı başarılı bir şekilde vermedir. İmtihan, yolcunun yolculuğu esnasında karşı karşıya kalacağı mihneti, zorluğu göğüslemek ve dünyanın nimetlerinin arzulatıcı şehevi duygularına ket vurabilmektir.  İstikamet ise, imtihanı başarılı bir şekilde vererek Âlemlerin Rabbi olan Allah’a dönüştür. Ama bu dönüş yüz akı ile gerçekleştirilmelidir. İslam düşüncesinde istikamet bu çerçeve içinde geçici bir hayattan kalıcı/sonsuz bir hayata yönelimdir.  Samimiyet ve sadakat ise bu yolculuktaki tuzaklara karşı kendi korumasını sağlama alacak bir zeminin inşa edilmesinin teminatıdır.
Denge bu noktada adalet kavramıdır. Adalet, İslam düşüncesinin temel aksiyomlarından biridir. Özellikle varlıkta adaletin ikamesi, kişiler arası ve Yaratıcı ile ilişkinin mahiyetini adalet sağlayacaktır. Adalet, istikameti korumaya alan bir yaklaşımı içerir. Kişinin kendisine adil davranması, başkalarına adil davranması ve Yaratıcısının lütfuna karşı adil davranmasının kişiliğinin oluşması, olgunlaşması ve meyve vermesi bağlamında önemli bir tutumu içermektedir.
Adalet nedir?
Her varlığın, varlığının bulunduğu zeminin işaret ettiği temel gerçekliğe uygun davranma biçimidir.
Kişinin kendisine zulmetmesi nedir?
Yaratılış gayesine uygun davranmama halidir. Kişi kendisine zulmederek istikametini bozuyor anlamına gelir. Diğer kişilerle ilişkisindeki adalet ise, o kişilerin kişilik haklarına riayet etmesi ve onları haksızca bir muameleye tabi tutmamasıdır. Doğa ile ilişkisinde ise adalet, doğaya aşırı bir şekilde saldırıda bulunmama kendisine yetecek kadarı ile iktifa edecek bir eylemliliğe sahip olmasıdır. Allah’a karşı adil olma ise, O’nun yaratılış gayesine matuf bir içtenlikle hareket etmektir. Böylece kişi hayatının bütün katmanlarında adaletli davranarak dengesini muhafaza eder ve istikametini sağlama alarak hayatının anlamını kazanmış olur.
İslam düşüncesinin dışında kalan diğer düşünce sistemlerini de bu çerçeve içinde değerlendirerek ve bu konuda hangi ölçüleri öne çıkardıklarını dikkate alarak o düşüncenin neye tekabül ettiği meselesini açıklığa kavuşturur. Örneğin:
Batı düşüncesinin istikameti nedir?
Batı düşüncesinde denge hangi kavram veya kavramlarla sağlanır?
İstikameti ve dengeyi inşa edebilmiş mi?
Bu noktada sorunlu tarafları nelerdir?
Bu gibi temel sorular eşliğinde eleştiri ve analiz yapılabilir.
Böylece herhangi bir haksızlığa mahal bırakmadan bir düşüncenin yapısal özellikleri ortaya çıkartılabilir. Bu düşüncenin insan açısından önemi ortaya konabilir. Daha da önemlisi, bu düşüncenin insanın veya doğanın yaşamını ne kadar kolaylaştırdığını veya zorlaştırdığını tespit etmenin de imkânlarını elde etmiş oluruz.