Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

İran önce kendisine yardım etsin

Muhammed Cevad Zarif Beyrut’a giderken,  İran’daki ekonomik krizin feci gerçekliğini unutmuşa benziyor… Ondan önce Hassan Nasrallah, Tahran’ın Lübnan ordusuna askeri yardım sağlamasını, Lübnan hükümetine ucuz fiyatlarla ilaçlar temin etmesini, Irak ve Suriye üzerinden düşük maliyetle elektrik sorununu çözmesini! önerdiğinde aynı gerçekliği atlamış gözüküyor.
 Gerçekten garip bir durum, tıpkı tek gözü görmeyen birisinin karşıdan karşıya geçmesine yardım etmek isteyen kör bir adamın hikâyesi gibi… Ancak, Lübnan'ın ihtiyaç duyduğu şeylerden çok daha fazlasına ihtiyaç duyan ve ekonomik durumu son derce perişan İran'ın Lübnan’a yardım edebileceğine inanmak daha da garip bir durumdur. İran yardımı hakkında konuşmayı zorlaştıran, karmaşıklaştıran ve imkânsız kılan zorluklar var ve bunların en hafifi bekli de İran'a uygulanan uluslararası yaptırımlardır.
Bu zorluklardan bahsetmeden önce, İran’ın Lübnan’dan daha fazla yardıma ihtiyacı olduğunu ortaya koyan rakamlar üzerinde biraz duralım. Pek tabii ki şayet Lübnan bu yardımları almaya istekli veya bu yardımları almayı kabul etmeye gücü yetiyorsa… Daha 10 gün önce, İran Merkez Bankası başkanı Abdunnasır Himmeti, İran riyalinden 4 sıfırın atılacağını ilan etti.
Himmeti, Enflasyonun, finansal sistemdeki yerel para biriminin değerinin yarısından fazlasını kaybettirdiğini, Paranın basıldığı madenin maliyetinin finansal değerinden daha yüksek hale geldiğini, 500 Tümen’lik banknotların baskı maliyetinin 400 Tümen'e çıktığını, dört sıfır atıldıktan sonra, bir milyon Tümen’in 100 Tümen’e denk geleceğini söyledi.
İran’daki krizin tırmandığını ve protestoların halen durmadığını hatırlatmaya dahi gerek yok. Ancak şu soru hala önemini koruyor: Rehber Ali Hamaney ve Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani gibi liderlerin, Devrimden sonraki en büyük ekonomik krizle karşı karşıya olduklarını itiraf ettikleri bir dönemde, İran’ın milyarlarca dolara mal olacak bir yardımı sunabileceğinden nasıl bahsedebiliriz?
Hamaney’in askeri danışmanı General Yahya Rahim Safevi, İran'ın Venezuela'nın kaderiyle karşı karşıya kalabileceği konusunda uyardı. Ruhani ise; "İran liderleri halkın hoşnutsuzluğunu görmezden gelirlerse Şah'ın kaderiyle yüz yüze gelebileceklerini ve eski rejimin halkın sesini ve vatandaşların eleştirilerini duymadığı için her şeyini kaybettiğini” ifade ederek uyarıda bulundu. Tahran'daki yetkililerin neden yıllardır artan ekonomik krizlerinin ortasında bölgeye yönelik İran müdahalesini protesto edenlerin çığlıklarını görmezden geldiklerini bilmiyorum. Ne diyordu halk; “Ne Suriye ne de Lübnan… İran'ı hatırla!”
Bu yetkililer bu gerçekleri görmezden gelemeye devam ediyorlar. Zira Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Beyrut’a indi ve İran’ın Lübnan’a yardım sağlamaya hazır olduğunu belirtti. Bu açıklama pek çok kişinin şu soruyu sormasına neden oldu: İranlılar Lübnan’a yardım etmeden önce neden kendilerine yardım etmiyorlar?
 Ancak şunu unutmamak gerekir ki, bu hikâye gerçekte bir yardım hikâyesi değil, zira Tahran'ın Lübnan'da kurulan yeni hükümetleri tebrik etme alışkanlığı yok. İran, birçok yöne mesaj verebileceği bir platforma acilen ihtiyacı vardı, zira kritik uluslararası hamleler İran rejimi üzerindeki baskıyı artırmıştı. Aslında Tahran'ın Lübnan platformundan daha iyi bir platformu olmadı. Hizbullah’ın ülkedeki ağırlığı sürekli bir şekilde artmaktadır, parlamento seçimlerinde neler yaşandığını çok iyi biliyoruz. Yeni hükümette Sağlık Bakanlığı Hizbullah’a verildi ve Jamil Jabak (Aynı zamanda Amerikan vatandaşı olduğu söyleniyor!) bakan olarak atandı.
ABD, bu hayati bakanlığın ‘Hizbullah’a verilmesine şiddetle karşıydı. ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı David Hale, Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Joseph Votel, Hazine Bakan Yardımcısı Marshall Billingslea gibi üst düzey diplomatlar Lübnanlı yetkililere bu durumu ilettiler. Bu durumda söz konusu atama, Washington'a bir mesaj niteliği taşıyor! Tahran, Beyrut da dâhil olmak üzere dört Arap başkentinin kontrolünü ele geçirdiği iddiasını ABD’ye hatırlatmak istemiştir.
Lübnan platformu, İran’ın kendi iddialarını ortaya koyması için son derece önemlidir. Bu önemi sadece Akdeniz’in doğu tarafında yer almasından dolayı değildir, bilakis işgal altındaki Filistin sınırında olmasından dolayıdır, zira bu durum her zaman İran’ın direniş, kurtuluş ve Kudüs sloganlarını atmasına imkân oluşturmaktadır.
Cevad Zarif’in bu ziyareti, yaptırımlar ve peş peşe gelen krizlerin ortasında bir nefes alma girişimidir. İran’ın karşı karşıya kaldığı krizler sadece ABD ve Donald Trump kaynaklı değildir; Zarif'in Lübnan'ın başkentine ulaşması, Washington tarafından organize edilen, 76 Batı ve Arap ülkesinin katıldığı ‘Varşova Konferansı’ arifesine denk geldi. İlk önce ‘İran'la yüzleşmek ve bölgedeki etkisini azaltmak’ başlığıyla duyurulan konferans sonrasında ‘Ortadoğu'da Barış ve Güvenliğin Geleceğini Destekleme’ adı altında düzenlendi. Ancak bu destekleme, İran’ın bölgedeki istikrarsızlaştırıcı müdahalelerine karşı çıkmayı zorunlu kılıyor. İşte bu yüzden Tahran, Beyrut aracılığıyla konferansa bir mesaj yollamak istedi. Kendisinin hala bu bölgede etkili ve iyi niyetli olduğunu ve Lübnan’a yardım teklif ederek bunu gösterdiğini! bir mesaj olarak iletmek istemiştir.
Ziyaret aynı zamanda İran’ın Avrupa ülkeleriyle yaşadığı krize denk gelmiştir. Hamaney meseleyi neredeyse ‘Avrupa'ya Ölüm’ noktasına taşımıştır. Bu slogan ‘Amerika'ya Ölüm’ sloganını hatırlatmaktadır. Gerçi sonradan bu sloganın keskinliğini hafifletme adına; burada ‘ölümden’ kastedilenin sadece Trump, Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo olduğunu ifade etmişlerdi.
Avrupa ile olan anlaşmazlık ise, Tahran’ın güven eksikliğinden kaynaklanıyor. İran tarafı, Tahran’la ticaret çerçevesini düzenlemek ve dolayısıyla ABD yaptırımlarının etkisi azaltmak için Fransa, Almanya ve İngiltere’nin kurduğu Avrupa mali mekanizması INSTEX’in işlevsellik kazanmadığını düşünüyor. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif açıkça, Avrupa'nın İran'a yardım edemeyecek kadar aciz olduğunu söyledi.
Tahran ve Moskova arasındaki artan gerginlik hakkında konuşmaya dahi gerek yok; İran'ın üslerine hava saldırıları düzenleyen Tel Aviv’in Rusya'dan lojistik destek alması İran’ı kızdırmaktadır. Ayrıca Suriye peynirinden kimin daha fazla pay alacağı konusunda aralarında bir anlaşmazlığın olduğunu hatırlatalım. Dahası, Türk ortak ile olan ilişkiler, İdlib konusundaki anlaşmazlıklar yüzünden pek de iyi gitmiyor.
Kendi evinde yaşadığı ekonomik krizlerin ve dışarıda yaşadığı siyasi krizlerin boğucu atmosferinde bunalan Tahran yönetimi, nüfuzunu hatırlatmak için Lübnan platformundan daha uygun bir yer bulamazdı. Başka bir deyişle, Washington’a şunu söylemek istemiştir: ‘bölgede nüfuzumuz var, aramızdaki anlaşamazlıkları çözmek için bir uzlaşı yolu bulabiliriz!’ Ancak Lübnan platformunun, İran’ın batıda nefes almasına yardımcı olacak pencereler açmaya gücü ve yetkisi yoktur.
Lübnan tarafından reddedilen yardımların hikâyesine geri dönecek olursak, ‘Askeri Savunma Doktrini’ni, Amerikan ve Avrupa yardımlarına göre oluşturan Lübnan ordusunun bu doktrinini değiştirebilecek durumda olmadığı çok açıktır. İran’ın vermeyi düşündüğü füzeler Suriye’de dahi etkili olamamaktadır. İlaç konusunda ise, ilaç üretiminde Lübnan endüstriyel olarak İran’dan ileri düzeydedir ve yaptırımlar kaldırıldığı takdirde Lübnan İran’a ilaç satabilir. Elektrik meselesine gelince, Basra İran’a bitişik olmasına rağmen bu konuyu çözememişken, binlerce mil uzakta bulunan Lübnan’ın bu sorununu nasıl çözecek?