Muhammed bin Raşid: Kaddafi bir değişiklik istemedi, Esed ise başlangıçta reformcuydu ama şimdi ülkesinin kan ve yıkımda boğulmasını izliyor

Muhammed bin Raşid: Kaddafi bir değişiklik istemedi, Esed ise başlangıçta reformcuydu ama şimdi ülkesinin kan ve yıkımda boğulmasını izliyor
TT

Muhammed bin Raşid: Kaddafi bir değişiklik istemedi, Esed ise başlangıçta reformcuydu ama şimdi ülkesinin kan ve yıkımda boğulmasını izliyor

Muhammed bin Raşid: Kaddafi bir değişiklik istemedi, Esed ise başlangıçta reformcuydu ama şimdi ülkesinin kan ve yıkımda boğulmasını izliyor

Şarkul Avsat gazetesi Muhammed bin Raşid’in 50 yıllk yaşamından ve Dubai’yi Beyrut’a dönüştürme hayalinden bahsettiği “Hikayem” adlı kitabından bölümler yayınlıyor.
BAE Başbakanı ve Devlet Başkanı Yardımcısı Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Raşid Al Maktum’un “Hikayem: 50 yılda 50 öykü” adını taşıyan yeni kitabı bugün (Pazartesi) günü piyasaya çıktı. Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Raşid bu kitabında 50 yıllık yaşamına, işine, sorumluluklarına, anılarına, deneyimlerine ve hatıralarına değiniyor.
Şarkul Avsat’ın piyasaya çıkmadan önce bazı bölümlerini yayınladığı kitabında Muhammed bin Raşid; eski Irak cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin ile gerçekleştirdiği bilinmeyen temaslara da değiniyor. 2003 yılındaki ABD işgalinden önce Saddam Hüseyin ile gerçekleştirdiği bu temaslar sırasında Saddam’a yönetimden çekilmesi halinde “İkinci şehriniz olan Dubai’ye taşının” teklifinde bulunduğunu ancak Saddam’ın, “Ben kendimi değil Irak’ı kurtarmak istiyorum” diyerek bunu reddettiği bilgisine yer veriyor.
1990 yılında Kuveyt’in Irak tarafından işgal edilmesinin yansımaları ile ilgili olarak: “ Bütün bölgeyi değiştiren bir dönüm noktasıydı” yorumunda bulunuyor.
Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi’nin Trablus’u ikinci bir Dubai’ye dönüştürme konusunda kendisinden yardım istediğini belirtirek: “Kaddafi değişiklik istemedi, değişimi diledi” ifadesini kullanıyor.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile iktidara gelmesi öncesindeki ve sonrasındaki ilişkisini de anlatan Muhammed bin Raşid, Suriye’de krizin başlamasından sonra: “ Esed’in ülkesinin kan ve yıkımda boğulmasını izlerken farklı bir dünyada yaşamaya başladığını” belirtiyor.
Mişari Zeydi  yazdı: Raşid Al Maktum’un 50 Arap hikâyesi
Kitabında Beyrut anılarına da yer veren Şeyh Muhammed bin Raşid Beyrut’tan şu tutkulu sözlerle bahsediyor: “Küçüklüğümde beni kendisine hayran bıraktı, gençliğimde ise büyüledi. Ama büyüdüğümde kaderine çok üzülmüştüm.”
Dubai Emiri kitabında ayrıca Lübnan’ın ‘farklı oyuncuların farklı hesaplarını görmek için kullandıkları bir alan olduğu’ değerlendirmesini yapıyor. BAE’de bugün piyasaya çıkan kitabın bölümlerinden yaptığımız diğer alıntılar ise şöyle:
Beyrut
Beyrut’la ilk kez tanıştığımda küçük yaşlardaydım. O zamana kadar Dubai çöllerinden, çamurdan yapılma evlerinden, topraklı yollarından ve hurma dallarından inşa edilmiş pazarlarından başka bir yer görmemiştim. Beyrut’a yaptığım bu ilk ziyaretimde kardeşlerim ile birlikteydim. Çünkü hep birlikte Londra’ya gidecektik ve bunun için Beyrut’tan geçmemiz gerekiyordu. Beyrut, o küçücük yaşımda bile beni kendisine hayran bırakmıştı. Gençliğimde beni büyüleyen Beyrut daha sonra kaderiyle beni üzmüştü.
Altmışlı yıllarda; temiz caddeleri, güzel sokakları ve modern pazarlarıyla Beyrut benim ilham kaynağım olmuştu. Beyrut’u gördüğüm anda bir gün Dubai’yi Beyrut’a dönüştürmek fikri benim en büyük hayalim oldu.
Ama ne yazık ki çok geçmeden Lübnan’ın etnik ve mezhepsel temellere göre bölüşümü ve paylaşımı tamamlandı. Bu gerçekleştikten sonra Lübnan hiçbir zaman eskisi gibi olamadı ve aynı şekilde eski Beyrut’tan da eser kalmadı.
İki anı
Hayatım boyunca Beyrut’u birçok kez ziyaret ettim. Beyrut’la aramda bir sevgi bağı ve güzel bir ilişki vardır. Fakat BAE Savunma Bakanı olarak görev yaptığım sırada Beyrut’la ilgili sahip olduğum iki anım hayatımda bilhassa büyük bir öneme ve yere sahiptir.
Birinci anım; 13 Nisan 1975’te başlayan ve 15 yıl süren, 150 bin kişinin hayatını kaybetmesine, 300 binden fazla kişinin yaralanmasına ve 25 milyar doları aşan ekonomik kayıplara neden olan iç savaş dönemine aittir.
Savaşın başlamasının üzerinden sadece birkaç ay geçmişti. Ama bu kısa sürede çatışmaların kapsamı genişleyerek bütün Beyrut’a yayılmıştı. Sivil hedefler sürekli bir şekilde bombalanıyordu. Farklı etnik ve mezhepsel grupların her biri şehrin bir bölümünü kontrol ediyordu . Bu durum, sonun başlangıcını temsil ediyordu.
BAE Devlet Başkanı Zayid’in Lübnanlı tarafların müzakere masasına oturmaları için harcadığı yoğun çabalar sürekli başarısız oluyordu. Bu süreçte Dubai Emiri olan babamla birlikte ben de kendisine yardımcı olmaya çalışıyordum. Ancak ardı ardına yaşadığımız başarısızlıklar bizleri ümitsizliğe sevk ediyordu.  Tam ümitsizliğe teslim olacağımız sırada Arap ülkeleri, bu güzel ülkenin yıkımını engellemek için kapsamlı bir müdahalede bulunma kararı alarak harekete geçtiler.  
1976 yılının haziran ayında  Suriye ordusunun müdahalesi ile Lübnan iç savaşı köklü bir dönüşüme tanıklık  etti. Bu süreçte; Lübnan ulusal hareketleri Suriye ordusuna büyük kayıplar verdirdi.
Lübnan’ın tamamında ateşkesi sağlamak ve çatışmaları durdurmak için Riyad’da düzenlenen Arap Zirvesi ile 1976 yılının ekim ayında bu kez Kahire’de gerçekleştirilen ikinci Arap Zirvesi’ni heyecana kapılmadan sakin bir şekilde takip ettim. İki zirvede de alınan ortak kararlara ve güvencelere rağmen bunların geçici çözümlerin ötesine geçemediğini fark etmiştim. Sorunun köklerini oluşturan nedenlerin hala yüzeyin altında her an patlamaya hazır bir şekilde beklediğini biliyordum.
Riyad ve Kahire zirveleri kararlarına binaen görevi ateşkesi sağlamak, çatışmaları durdurmak ve ülkede barışı sağlamak olan bir ‘Caydırcı Arap Gücü’ oluşturuldu. BAE güçlerinin bu ortak güce katılması ile BAE Savunma Bakanı olarak ben de sürece dahil olmuş oldum.
O günler benim için çok zordu. Beyrut’ta görev yapacak askerlerimizi hazırlamak, azimlerini arttırmak ve onları gayrete getirmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Onlara Beyrut’a savaşmaya değil barışı sağlamak, belirli etnik grupların çıkarlarına hizmet etmeye değil, dost ve kardeş bir halkı kurtarmak için gittiğimizi anlattım.
1976 yılının sonunda 30 bin kişiden oluşan bir ‘Caydırıcı Arap Gücü’ oluşturabildik. Bu ortak güce dahil olmam bana resmi farklı açılardan görebilme fırsatı verdi.
Hiçbir söz savaşın korkunçluğunu ifade edemez. Savaşlardaki kişisel deneyimlere dayanarak tek söyleyebileceğim, savaşın hiçbir zaman çözüm olmadığıdır.
Ariel Şaron, Sabra ve Şetilla katliamı
Sevgili Beyrut ile ikinci anım ise ne yazık ki çok daha tarajik bir olayla bağlantılıdır. Bu anım; toprakları Filistin Kurtuluş Örgütü, Suriye ve İsrail arasında bir savaş alanına dönüşen Lübnan’ın İsrail tarafından işgal edildiği 1982 yılına uzanmaktadır. O yılın haziran ayında dönemin İsrail Savunma Bakanı olan Ariel Şaron’un komuta ettiği İsrail ordularının Lübnan’ı  işgal etmesi beklenen bir adımdı. Ama uzun süre devam eden bu işgalin arkasında bu kadar büyük bir vahşet ve katliam bırakacağı  tahmin edilmiyordu.
2 aydan uzun süren direniş ve çatışmalardan sonra nihayet taraflar arasında ateşkes sağlanabilmişti. Uluslararası güçlerin koruması altında FKÖ Beyrut’tan çekilerek Tunus’a yöneldi. Filistinli liderlere kamplardaki sivillerin güvenliğinin korunacağı konusunda garanti verildi. FKÖ savaşçıları yaklaşık 2 hafta içinde deniz yoluyla Beyrut’tan tahliye edildiler. Fransız güçlerinin limana kadar kendisine eşlik ettiği merhum Filistin lideri Yaser Arafat ise en son ayrılanlar arasındaydı. 9 Eylül 1982 tarihinde ise tüm uluslararası güçler Beyrut’tan çekildi. Uluslararası güçlerin çekilmesinin hemen ertesinde İsrail işgal ordusu komutanı Şaron, Beyrut’taki Filistinli mülteci kampları içerisinde hala ‘200 teröristin’ bulunduğuna yönelik bir açıklama yaptı. Filistinli savaşçıların Beyrut’tan çekilmesinden bir gün sonra yani 15 Eylül 1982’de İsrail ordusu Beyrut’tun batı bölümünü işgal etti. Lübnanlı ile Filistinli sivillerin yaşadığı Sabra ve Şetilla kamplarını ablukaya aldı.
16 -18 Eylül 1982’de gerçekleşen Sabra ve Şetilla katliamı tam 40 saat süren korkunç bir katliamdı. İsrail ordusunun koruması altında Lübnanlı Ketaib Partisi’ne bağlı milislerin gerçekleştirdiği bu katliamda; çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlı kimselerden oluşan çok sayıda silahsız sivil hayatını kaybetti. İşkencelere maruz kaldı ya da tecavüze uğradı.
Hayatım boyunca bir insanın bir insanı nasıl öldürebildiğini, dünyamızda bunların nasıl yaşanabildiğini hiçbir zaman anlamadım. Bölgedeki tüm taraflar ile temas halindeydim ve bu katliama hazırlık yapıldığını biliyordum. Ancak haberlerde başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere kurbanların fotoğrafları yayınlandığında çabalarımızın hiçbir sonuç vermediğini anladım.
Bu katliamın ardından Başkomutanımız Zayid bin El-Nehyan’ın direktifleri ile bizzat BAE girişiminin başına getirildim. Körfez bölgesinin daha önce şahit olmadığı kadar büyük bir operasyon kapsamında BAE ordusuna ait ‘S130’ uçakları tonlarca insani yardım malzemeleri ile doldurularak Lübnan’a gönderildi.
O gün, bende büyük yaralar açan o görüntüler hala hafızamdaki yerlerini canlı bir şekilde korumaktadır.
Lübnan ne yazık ki halen birçok oyuncunun oynattığı bir piyon olmayı sürdürmektedir. Lübnanlı gençler, bölgesel ihtilafların bedelini ödemeye devam etmektedir. Lübnan, hala hiç bitmeyen ihtilafların çözümü ve tasfiye edilmesi için kullanılan bir saha konumundadır.
Kardeş İşgali
2 Ağustos 1990 tarihinde gerçekleşen Kuveyt işgalinin haberini aldığımda şok olmuştum. Bana haberi veren memura tam 3 kez bunun doğru olup olmadığını sorduğumu hatırlıyorum. Bu haberi büyük kardeşim Mektum’a da ilettikten sonra tüm güvenlik ve askeri güçlerimizi alarma geçirdim. Ardından Devlet Başkanımız Şeyh Zayid ile görüştüm. Şeyh Zayid bir yandan Saddam’ın bunu nasıl yapabildiğini sorgulayarak üzüntüsünü, diğer yandan acaba bir sonraki adımının ne olacağını sorgulayarak öfkesini dile getiriyordu.
Doğrusu Saddam’ın komşu, kardeş ve bağımsız bir ülkeyi, tarih boyunca hep kendisini destekleyen Kuveyt’i işgal edeceğini hiçbirimiz tahmin etmiyorduk. Bu nedenle Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi herkesi şaşkınlığa uğratmıştı. Saddam’ın bu adımı bütün bölgeyi değiştiren bir dönüm noktasıydı.
Bu süreçte Kuveytli kardeşlerimizden binlercesini ülkemizde ağırladık. Onlara kalabilecekleri yerler tahsis ettik. Yine birçok vatandaşımız kardeşlerini ağırlamak için evlerini açtılar.
Çöl Fırtınası Harekatı
Kuveyt’i  kurtarmak için 16 Ocak 1991 tarihinde ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun başlattığı Çöl Fırtınası Harekatı ile bu kez limanlarımız müttefik güçlerin gemilerine ev sahipliği yaptı. Bu amaçla askeri havalimanları inşa ettik. Ordular için özel limanlar ve depolar tahsis ettik. Bölgenin en büyük ve donanımlı limanı olduğu için de Cebel Ali limanımız; en çok koalisyon gemisinin demirlediği liman oldu.
Askeri güçlerimiz de Kuveyt’in kurtarılması operasyonunda koalisyon güçlerine aktif katkıda bulunmaktan kaçınmadı. Operasyonlar devam ettiği sürece BAE’nin Savunma Bakanı olarak ben de Çöl Fırtınası Harekatı’nın operasyon merkezini birkaç kez ziyaret ettim. 900 binden fazla askerden oluşan Uluslararası Koalisyona komuta eden ABD’li General Norman Schwarzkopf ile her görüşmemde en çok vurguladığım ve üzerinde durduğum nokta; sivil kayıpları azaltacak yöntemler bulmaktı. Çünkü bu savaşı ne Kuveyt halkı ne de Irak halkı başlatmıştı. Bilakis aptalca bir davranıştı ve bu aptallığın bedelini sivillere ödetmemek konusunda kararlıydım.
Başarılı bir askeri operasyonun ardından Saddam, Kuveyt’ten çekilmek zorunda kaldı. BAE güçleri de Kuveyt’e giren ilk Arap güçleri arasında yer alma şerefine nail oldu. Bu bağlamda; savaş bundan çok daha uzun sürseydi bile BAE olarak Kuveyt’in kurtarılması ve tekrar bağımsızlığına kavuşması  için kanımızı ve canımızı sonuna kadar feda etmeye hazır olduğumuzu bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Çöl Harekatı Operasyonu Irak güçlerinin aşağılayıcı bir şekilde çekilmesiyle sona erdi. Ama bu bölgemiz için bir son değildi. Bilakis bölgenin büyük devletlerinin yıkıldığı ve azametli ordularının dağıldığı yeni bir dönemin başlangıcıydı. Irak’ın Kuveyt’i işgali tüm bölgenin çehresini değiştiren büyük bir tarihi hataydı.
Savaşın kazananı yoktur
Irak ve İran arasında yaşanan ve  yaklaşık 1 milyon insanın canını alan yıpratıcı savaşın sona erdiği o tarihi günü hala hatırlıyorum. Ancak savaş öyle geldiği gibi kolayca gitmez ve sona erse de yaşandığı yerde etkileri uzun yıllar devam eder ve arkasında bıraktığı yük öyle kolay kolay hafiflemez. İşte savaş sona erdikten sonra Irak’ı ziyaret ettiğimde de bunu gördüm.
Irak’a gerçekleştirdiğim ve o dönem gücünün ve gururunun zirvesinde olan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’le görüştüğüm bu ziyaretin ardından yaşananları hala hatırlıyorum. Bu ziyaretin ardından Saddam, BAE Devlet Başkanı Zayid’e hakkımda şunu söylemiş: “Batı eğilimli ve biz Araplara kötü davranıyor.”
Bunun üzerine adeti gereği çıkarlarımızı etkileyebilecek hiçbir sorunun çözümsüz bırakılmasını tasvip etmeyen merhum Şeyh Zayid, benden bir kez daha Saddam’ı ziyaret etmemi istedi.
Saddam’dan İran’ı destekleme suçlaması
Ziyaret kapsamında düzenlenen toplantılardan birinde nihayet Saddam’la baş başa kalabildim ve aramızda karşılıklı nezakete dayalı bir sohbet başladı. Ardından Saddam bana hiç beklemediğim ve beni şaşırtan önemli bir suçlama yöneltti: “Elimde farklı yollarla İran’ı desteklediğine dair bir rapor var” dedi ve önüme söz konusu raporu koydu.
Bunun üzerine kendisine şu karşılığı verdim: “ Bana suçlamalar yöneltmek istiyorsanız raporlara ihtiyacınız yok. İşte karşınızdayım. Ne istiyorsanız sorabilirsiniz.  Eğer İran’a yardım ettiğim sözünüzle silah yardımı yaptığımı kastediyorsanız, bunun doğru olmadığını kanıtlamaya hazırım. Ama eğer gıda yardımlarını kastediyorsanız, bunun doğru olduğunu inkar etmeyeceğim. Bunun için o rapora ihtiyacınız yoktur. Çünkü bu gıda yardımlarını taşıyan gemilerimiz Irak’a da gelecektir. Dolayısıyla halklara yardım etme amacını taşıyan bu  insani yardım konvoylarını  engellemem mümkün değildir.”
Bu cüretkar sözlerim karşısında yüzünde şaşkınlık belirtileri görüldü. Çünkü sadece duymak istediği şeylerin kendisine söylenilmesine alışıktı. Belki de zihninde benim hakkımda çizmiş olduğu zayıf portreden farklı olduğumu görmek onu şaşırtmıştı. Aramızda yaşanan bu yüzleşmenin ardından dost olduk.
Ardından Kuveyt Irak tarafından işgal edilince aramızdaki iletişim köprüsü de yıkıldı. Lakin siyasette ne yaşanırsa yaşasın hiçbir zaman kapınızı tamamen kapatmalısınız. Böylece en azından kriz dönemlerinde iletişime geçebilmek için az da olsa açık bir kapı bulabilirsiniz.
1991 yılının şubat ayında Kuveyt’in kurtarılmasının ardından kazananı ve yenileni ile tüm Körfez bölgesi yaralıydı. Herkes acılarını gömmeye ve yıkılanları onarmaya çalışıyordu.
Irak, savaşlardan yorulmuştu ama yenilgiye uğrayarak çekilmeye zorlanan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin yine de hep tetikteydi.
Bilhassa bölgeye yönelik bakış açılarını ve önceliklerini değiştiren 11 Eylül 2001 olaylarından sonra 2003 yılında ABD’liler bir kez daha Ortadoğu’ya döndüler ve bölgede belirlemiş oldukları vizyona uygun bir model inşa etmek istediler.
Bush’u Irak’ı işgal etmemesi için ikna etmeye çalıştık
Irak’ı işgal etmenin ABD Başkanı oğul George Bush’un hedefleri arasında olduğunu biliyorduk. Kendisini Irak’ı işgal etmemesi için ikna etmeye çalıştık. Kendisinden savaşta harcayacağı milyar dolarları ve çabaları Irak halkına yardım etmek, okullar, hastaneler ve yollar inşa etmek için kullanmasını talep ettim. Ama ne söylersem söyleyeyim güç kullanmakta kararlı olduğunu anladım.
“Saddam’dan ne istiyorsunuz?”
Yine de durumu kurtarmak ve gerekenleri yapmak için Amerikalılardan bizlere bir fırsat daha vermelerini istedim. Ardından onlara şu soruyu yönelttim: “Saddam’dan ne istiyorsunuz?” Bölgenin savaşın eşiğinde olduğunu hissediyordum ve bölge halklarının bir kez daha savaşın acılarını tatmamaları için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım. Amerikalılar bana Uluslararası Atom Kurumu müfettişlerinin kitle imha silahları olup olmadığını araştırmak için Irak’a girmelerine izin verilmesini istediklerini belirttiler.
Savaşın genelde bölge için ve özelde Irak açısından yıkıcı sonuçları olacağını biliyordum. Bunun için Irak’la müzakareleri Arap bir liderin yürütmesi konusunda Amerikalıları ikna etmeye çalıştım. Saddam’la aynı kültüre, benzer adetlere, geleneklere sahip olduğumuzu dolayısıyla Saddam’ın ve onun gibilerin nasıl düşündüğünü çok iyi bildiğimizi anlattım.
“Hayatının büyük bir bölümünü savaşlarda harcayan birisine nasihat etti”
Bunun ardından Saddam’ı ziyaret etmeye kararı verdim. Uçakla Bahreyn’e gittim oradan da gemiyle Basra’ya yöneldim. Saddam’ın gizli görüşmelerini yürütmek için kullandığı yerlerden birinde bir araya geldik ve meseleyi bütün yönleriyle ele aldık. Bazı noktalarda kendisi ile uzlaşırken bazılarında –ki bunlar daha çoktu- uzlaşamadık. Hayatının büyük bir bölümünü savaşlarda harcayan birisine nasihat ettiğimi bilerek ona savaşı ve neden olabileceği felaketleri hatırlattım. ABD’lilere karşı koymasının mümkün olmadığını, beklenen saldırıyı engellemek için bir şeyler yapmazsa Irak’ın her şeyini kaybedeceğinin açıkça ortada olduğunu anlattım. Onunla mantık ve rasyonaliteye dayanan bir konuşma yapmaya çalıştım.
“Dubai sizin ikinci şehrinizdir”
Fısıldayarak ona; “Eğer Irak’ı kurtarmak için yönetimi bırakmanız ve Irak’ı terk etmeniz gerekiyorsa bunu hemen yapın. Dubai sizin ikinci şehrinizdir. İstediğiniz zaman ve seve seve sizi ağırlamaya hazırdır” dedim. Bu sözlerim üzerine Saddam bana baktı ve: “Ama ben kendimi kurtarmaktan değil Irak’ı kurtarmaktan bahsediyorum” dedi. Bu sözleri onun gözümdeki değerini daha da arttırdı.
“Saddam mekanı her terk ettiğinde herkesi bir korku sarıyordu”
Açık sözlülüğün ve gerginliğin hakim olduğu bu görüşme yaklaşık 5 saat sürdü. Bu süre içerisinde Saddam protokol kurallarını çiğneyerek tam 4 kez odadan çıktı. Odaya her döndüğünde ise konuşmamıza kaldığımız yerden devam etmeden önce bizlere tadını hala hatırladığım Arap kahvesinden getirilmesini istiyordu. Saddam mekanı her terk ettiğinde başta Irak devlet başkanının özel sekreteri olan Abdulhammud olmak üzere toplantıda hazır bulanan herkesi bir korku sarıyordu. Ben de bunu atlatabilmek için Allah’a dua ediyordum. Saddam Hüseyin; birçok kişinin kendisini öldürmek istediğini bildiği için aynı mekanda uzun süre kalmazdı. Düşmanlarının yerini  öğrenip bulunduğu konuma hava saldırısı düzenlemelerinden korkardı. Bu nedenle Saddam bulunduğumuz mekanı her terk ettiğinde düşmanlarının kendisinin hala içeride bulunduğunu zannedip bir hava saldırısı düzenlemesinden korkuyorduk.  
“Arabamın kapısını açarak  beni uğurladı”
Toplantı sona erdikten sonra Saddam Hüseyin bana arabama kadar eşlik etti. Arabamın kapısını açarak  beni uğurladı. Duyduğuma göre bunu daha önce hiç kimseye yapmamıştı. Irak’tan Amman’a yöneldim ve ardından uçakla ülkeme döndüm. 2003 yılının Mart ayının başlarında ve Irak’ın işgal edilmesinden hemen önce Mısır’ın Şerm El-Şeyh kentinde düzenlenen Arap Zirvesi’nde Şeyh Zayid, yaşanacakların önüne geçmek için son bir çabayla Saddam’dan bu kez Abu Dabi’ye taşınmasını talep etti. Ama iş iten geçmişti ve ABD çoktan savaşı başlatma kararı almıştı.
İngiltere’nin eşlik ettiği ABD güçlü ordularıyla bölgeye geldi ve Irak, bir kez daha kan gölünde boğuldu.
Saddam hesaplarında yanılmıştı. Korku, dehşet ve baskının en iyi yönetim şekli olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle ve etrafındaki herkes kendisinden korktuğu için hiç kimse kendisine ordusunun gerçek gücünü söylemeye cesaret edemedi.
Beşşar Esed ve Suriye
Doksanlı yılların sonunda Beşşar Esed’in gerçekleştirdiği Dubai ziyaretini çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar babası Hafız Esed hala yönetimdeydi. Ama belki de son günlerini yaşıyordu ve Beşşar’ın yönetime geçmesi an meselesiydi. Onu daha iyi tanımak için kendisini çevreleyen korumaların ve maiyetindeki kişilerin gözünden uzak kendisi ile daha çok vakit geçirmek istedim. Kendisine eşlik eden bu heyetin içerisinde Beşşar’ın dostu olan ve dönemin Savunma Bakanı Mustafa Talas’ın oğlu Menaf Talas’da bulunuyordu.
Adamlarından heyeti taşıyan arabaya eşlik etmelerini isteyerek Beşşar’ın bizzat benim kullandığım arabaya binmesini sağladım. Birlikte dünyanın her yerinden ziyaretçilerin alışveriş yapmak için geldikleri Dubai’deki en büyük alışveriş merkezlerinden birine gittik. Arabadan indik ve alışveriş merkezi içinde dolaşmaya başladık.
Bu gezimiz sırasında hiç kimse bizi rahatsız etmeden teknolojinin geleceği ve kalkınmadaki rolü hakkında konuştuk. O dönemde Beşşar, Suriye Bilim ve Bilgisayar Topluluğu’nun başkanıydı. Ülkesine hizmet edecek şekilde teknolojiye yatırım yapmak konusunda çok heyecanlıydı ve bana Suriye’de bazı değişimler gerçekleştirmekte kararlı olduğunu ifade etmişti. Dubai’nin kalkınma modelini çok beğendiğini belirtmişti. Bu görüşme sırasında aramızda güzel bir ilişkinin temellerinin atıldığını hissetmiştim.
Birkaç yıl sonra Dubai’yi bir kez daha ziyaret etti . Ama bu kez Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’di. Suriye’de yönetimi ve hükümeti geliştirmek konusunda çok istekliydi ve bunun için bana: Dubai hükümeti, şehri nasıl yönetiyor? şeklinde bir soru yöneltmişti.
Dubai’nin kalkınma modelinden ve dışa ne kadar açık olduğundan uzun uzun bahsettim. Özel sektör düşüncesine yakın bir hükümet düşüncesini benimsediğimizi anlattım. Hizmet sunma konusunda, mükemmellikte, parayı verimli bir şekilde harcamakta, kadrolarımızı geliştirmekte ve liderler inşa etmekte  özel sektör zihniyetini benimsediğimizi ve hükümetimizi buna dayanarak yönettiğimizi anlattım. Arap dünyasının örnek alacağı bir rol model inşa etmeyi umduğumuzu ama aynı zamanda diğer Arap ve küresel deneyimlerden de ders almaktan ve yararlanmaktan geri kalmadığımızı belirttim. Beşşar; Dubai’nin gerçekleştirdiği bu başarıdan çok etkilendiğini ifade ederek bunu Suriye’de tekrarlamak konusunda kararlı olduğunu vurguladı. Gerçekten de Beşşar Esed yönetime geldiği ilk yıllarda Suriye ekonomisinde birtakım açılımlarda bulundu. Yabancı bankaların Suriye’de faaliyet göstermeleri önündeki engelleri kaldırdı. Vatandaşlarına yabancı para birimleri ile kişisel hesap açma izni verdi. Yabancı yatırımcılara Suriye’de yatırım yapma çağrısında bulundu. Hatta benim de Suriye’de emlak yatırımları fırsatlarını araştırmaları için oraya bir heyet gönderdiğimi ve bu heyetin bana güzel fikirlerle döndüğünü hatırlıyorum. Sonra ne olduysa Beşşar Esed; ülkesindeki her şeyi yakıp yıkan, binlerce yıllık tarihini yerle bir eden bir ölüm ve yıkım fırtınasının Suriye’yi kasıp kavurmasını ve halkının yıkım ve kan gölünde boğulmasını izlerken bambaşka bir dünyada yaşamaya başladı.
Libya lideri Muammer Kaddafi: Afrika’da bir Dubai inşa etmek istiyorum
Bir gün Libya lideri Muammer Kaddafi’nin beni arayarak, Libya’da Afrika kıtasının ekonomik başkenti olacak yeni bir Dubai inşa etmek istediğini söylediğini hatırlıyorum.
ABD’nin 2003 yılında Saddam Hüseyin’in sahip olduğunu iddia ettiği kitle imha silahlarını aramak için Irak’ı işgal etmesinin ardından Libya lideri Muammer Kaddafi tüm dünyayı şaşırtan bir girişimde bulundu. Libya’nın bir nükleer programa sahip olduğunu itiraf eden Kaddafi; nükleer silahlar ve kitle imha silahları geliştirilmesine yol açabilecek programlarda kullanılabilecek tüm araç ile teçhizatların yasaklanmasını talep etti. Libya’nın bilimsel gelişme ve teknik kalkınma için herkese yardım etmeye hazır olduğunu ve tüm liderlere dost elini uzattığını deklare etti.
Dostluk için el uzattığı liderler arasında ben de bulunuyordum. Dünyaya açılmak konusunda samimi olduğunu göstermek için Libya’da yeni bir Dubai inşa etmekte kendisine  yardımcı olmam talebinde bulundu. Ben de o zamanlar yönetim ofisi başkanım olan Muhammed El Karkavi’yi Libya’ya gönderdim. El Karkavi’nin bu ziyaret sonrasında bana sunduğu rapora göre; Libya’ya vardıktan birkaç gün sonra Kaddafi’nin adamları tarafından Trablusta’ki ikamet yeri olan Bab El Aziziyye’ye götürülmüş. Biraz bekledikten sonra büyük bir odaya alınmış. İçeri girdiğinde Kaddafi’yi bir masada oturmuş deneyimsizliğini ortaya koyan gösterişli hareketlerle internette gezinir bir halde bulmuş.
“Karkavi’nin raporunu okuduktan sonra Libya’ya gittim”
Kaddafi El Karkavi’ye şunları söylemiş: “Dubai Emiri Şeyh Muhammed’in başardıklarından çok etkilendim. Afrika’ya Dubai benzeri gelişmiş bir ekonomik başkent kazandırmak istiyorum.” Kaddafi’nin tarih hakkında hiçbir bilgisi olmadığı izlenimi edinen El Karkavi; Kaddafi’nin kendisine çevresindeki kişilerin ya korkudan ya da bilerek –ki ben birinci olasılığı tercih ediyorum- kendisinden doğruları sakladığını söylemiş. Hiçbir anlamı olmayan bu uzun konuşma sırasında El Karkavi’ye hiçbir ülkeyi ve lideri beğenmediğini söylemiş. Asabice bir şekilde konuşuyormuş ve hiçbir şekilde kendisi ile tartışmak ya da karşı çıkmak mümkün değilmiş. Sözleri hiçbir şekilde gerçek  bir liderin sözlerine benzemeyecek kadar saçmaymış.
Muhammed El Karkavi’nin bu raporunu okuduğumda Libya’yı bizzat kendim ziyaret etmeye karar verdim ve uçağımla Trablus’a gittim. Trablus, tarihin merkezinde yer alan güzel bir şehirdi...
İlk gün şehrin eski bölümlerini gezdik. Burası insana gerçekten de hüzün veriyordu. İnsanın bu kadar zengin bir ülkenin nasıl bu kadar yoksul olabileceğini anlaması mümkün değil. Her yerde kanalizasyon atıkları vardı ve çöpler oraya buraya yığılmıştı. Kaynakların sınırlı ve su kaynaklarının az olduğu, insanların elektriksiz yaşadığı ellili yıllarda bile Dubai çok daha iyi bir durumdaydı. Ardından Sirte şehrinde kurulu olan çadırında Kaddafi’yi ziyaret ettim. Bir önceki buluşmamızda olduğu gibi görüşme boyunca neredeyse sadece kendisi konuştu.
O günün akşamında ise Trablus’un kalabalık meydanlarından birini gezmek istedik. Ama orada bizi bir sürpriz bekliyordu. Birileri meydandaki kalabalığa orada olduğumuzu haber vermişti. Bunun üzerine kalabalıklar durdurulamaz bir sel gibi arabamızın etrafını çevirdi. Sıcak ve samimi bir şekilde ziyaretimizden duydukları memnuniyeti ifade ediyorlardı. Ama  ileriye atılmaya çalışan bu kalabalık nedeniyle arabamız dengesini kaybetmeye başladı. Çok geçmeden binmiş olduğumuz arabanın neredeyse yerden yükseldiğini hissetim. Aşırı coşku ve heyecandan, samimi duygulardan kaynaklanıyor olsa da bu taşkınlık bizi korkutmaya başlamıştı. Onlarla konuşmaya çalıştım ama yüksek ses nedeniyle onlara sesimi duyuramadım. Nihayet korumalarımız bizleri kurtarmak için kalabalığa şiddetli bir şekilde müdahalede bulunmak ve uzaklaştırmak zorunda kaldı. Oysa bu şekilde müdahalede bulunmalarını hiç istememiştim.
Daha sonra Kaddafi bana Trablus’un kuzey doğusunda yer alan ve Yunan dönemine ait bazı tarihi eserlere ev sahipliği yapan Cebel El Ahdar bölgesini göstermek istedi. Muammer Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam Kaddafi ile Kaddafi’nin yakın adamlarından biri olan ve geçmişte iç güvenlik ve ordu istihbarat başkanlığı görevinde bulunan, acımasızlığı ve sertliğiyle bilinen Abdullah El-Sinusi ile uçağa bindik.
El-Sinusi’nin uçak korkusu
Uçak havalanıp yol almaya başladığında El-Sinusi bizlere dönerek yıllardır ilk defa uçağa bindiğini söyledi. Ona neden bunca yıldır uçağa binmediğini sorduğumda bana, her zaman hedef alınan bir kişilik olduğunu ve bindiği uçağın saldırıya uğramasından korktuğunu söyledi. Bu sözlerin ardından aramıza bir sessizlik çöktü ve sanırım herkes bizimle paylaşılan bu ilk deneyimin kötü bir şekilde sonuçlanmamasını umuyordu.         
“Seyfülislam babasından daha bilgili”
Bu yolculuk sırasında Seyfülislam’la yaptığım konuşmada bana babasından daha bilgili ve  açık gözüktü. Seyfülislam bana; Babamın takip ettiği ekonomik model hakkında çok düşündüm. Bu model ne sosyalist veya komünist ne de kapitalist ” dedikten sonra  sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Halka topraklarını iade etmemiz ve dünyaya daha fazla açılmamız gerektiği konusunda babamla çok konuştum.”
Ziyaretimiz sona erse de Libya halkı kalbimizdeki yerini her zaman korudu. Ona yardım etmek istedik ama işler yolunda gitmedi. Bir müddet sonra boş bir halkanın içinde dönüp durduğumuzu, işe yolsuzlukların karışmaya başladığını ve Kaddafi’nin reklam kampanyasında bir propaganda malzemesine dönüşmek üzere olduğumuzu fark edince, bu yeni proje ile ilgili yürüttüğümüz müzakerelerden çekildik.
Kaddafi değişiklik istemedi, değişimi diledi. Kaddafi değişim istemiyordu. Ama değişim için gerekli olan söylevler ve sözler değil, harekete geçmek ve başarmaktır.



Yunanistan işgücü sıkıntısı nedeniyle Mısırlı tarım işçilerini işe alacak

Mısır'ın Kalyubiye vilayetindeki bir pirinç tarlasında çalışan tarım işçileri (arşiv-Reuters)
Mısır'ın Kalyubiye vilayetindeki bir pirinç tarlasında çalışan tarım işçileri (arşiv-Reuters)
TT

Yunanistan işgücü sıkıntısı nedeniyle Mısırlı tarım işçilerini işe alacak

Mısır'ın Kalyubiye vilayetindeki bir pirinç tarlasında çalışan tarım işçileri (arşiv-Reuters)
Mısır'ın Kalyubiye vilayetindeki bir pirinç tarlasında çalışan tarım işçileri (arşiv-Reuters)

Yunanistan Göç ve İltica Bakanlığı'ndan bugün (Cuma) yapılan açıklamaya göre Atina, iki ülke arasında işgücü açığını gidermek amacıyla yapılan bir anlaşma çerçevesinde, bu yaz tarım işlerinde çalışmak üzere Mısırlı işçi alımına başlayacak.

On yıl süren ekonomik sıkıntıların ardından Yunanistan ekonomisinin bu yıl yüzde 3 civarında büyüyerek euro bölgesi ortalaması olan yüzde 0,8'in oldukça üzerinde bir büyüme kaydetmesi bekleniyor.

Ancak ekonomik kriz sırasında yaşanan işgücü göçü, azalan nüfus ve katı göç kuralları, Yunanistan'ın tarım, turizm, inşaat ve diğer sektörlerdeki işlerde çalışacak on binlerce işçi bulmakta zorlanmasına neden oldu.

Yunanistan, Mısır ile 2022 yılında imzalanan bir anlaşma kapsamında yaklaşık 5 bin mevsimlik tarım işçisi alacak.

Yunanistan Göç ve İltica Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, iki ülkenin ‘karşılıklı yarar sağlayan’ anlaşmayı, inşaat ve turizm sektörlerini de kapsayacak şekilde genişletmeyi görüştüğü belirtildi.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığı habere göre, göç konusu Avrupa'da uzun zamandır bölücü bir mesele olsa da, plan, ihtiyaç duyulan işgücünü bulmak isteyen işveren gruplarından geniş destek gördü.

Yunanistan Göç ve İltica Bakanı Dimitris Kairidis bu hafta Kahire'de Mısır Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Hasan Şehate ile bir araya geldi. Kairidis ikili görüşmede, iki ülkenin bölgedeki yasadışı göç dalgalarıyla mücadele etmek için iş birliğini güçlendirmesi gerektiğini vurguladı.

Mısırlı yetkililer, ülkelerinin 2016'dan bu yana göçmenlerin kuzey kıyılarından Akdeniz üzerinden Avrupa'ya doğru yola çıkmasını önlemesinin takdiri hak ettiğini belirtti.

Avrupa Birliği (AB) bu yıl, Kuzey Afrika'dan gelen göçmen sayısını azaltmak amacıyla Mısır için milyarlarca euroluk bir finansman paketi açıkladı ve ilişkileri stratejik ortaklığa yükseltti.


Birleşmiş Milletler: Refah'ta 100 binden fazla kişi yerinden edildi

Yerlerinden edilen Filistinliler. Refah, Gazze Şeridi, 9 Mayıs 2024. (AFP)
Yerlerinden edilen Filistinliler. Refah, Gazze Şeridi, 9 Mayıs 2024. (AFP)
TT

Birleşmiş Milletler: Refah'ta 100 binden fazla kişi yerinden edildi

Yerlerinden edilen Filistinliler. Refah, Gazze Şeridi, 9 Mayıs 2024. (AFP)
Yerlerinden edilen Filistinliler. Refah, Gazze Şeridi, 9 Mayıs 2024. (AFP)

Birleşmiş Milletler (BM) yetkilileri bugün (Cuma) yaptıkları açıklamada, İsrail ordusunun saldırı tehdidi altındaki Refah kentinden şu ana kadar yaklaşık 110 bin kişinin kuşatma altındaki Gazze Şeridi'nin diğer bölgelerine göç ettiğini söyledi.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA) Gazze Bölge Ofisi Başkanı Georgios Petropoulos, “Her gün yaklaşık 30 bin kişi şehirden göç ediyor” dedi. Petropoulos, İsrail ile Hamas arasındaki savaşın başlamasından bu yana “bu insanların çoğunun beş ya da altı kez yerlerinden edildiğini” belirtti.


İsrail'e silahları kim sağlıyor ve ihracatı kimler durdurdu?

 Gazze Şeridi sınırında bir İsrail tankı (İsrail ordusunun web sitesi)
Gazze Şeridi sınırında bir İsrail tankı (İsrail ordusunun web sitesi)
TT

İsrail'e silahları kim sağlıyor ve ihracatı kimler durdurdu?

 Gazze Şeridi sınırında bir İsrail tankı (İsrail ordusunun web sitesi)
Gazze Şeridi sınırında bir İsrail tankı (İsrail ordusunun web sitesi)

Amerika Birleşik Devletleri, İsrail'in Gazze'deki Hamas militanlarına karşı yürüttüğü ve bugüne kadar yaklaşık 35 bin Filistinlinin ölümüne neden olan operasyonda kullandığıA ağır sığınak imha bombalarının sevkiyatını askıya aldı.

ABD Başkanı Joe Biden bu kararıyla İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'nun, Washington'un itirazlarına rağmen Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentine yönelik askeri saldırıyı sürdürme kararına, yerinden edilmiş çok sayıda insan olduğu gerekçesiyle meydan okudu.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'tan aktardığı habere göre ABD, Orta Doğu'daki en yakın müttefikinin en büyük silah tedarikçisi konumunda ve onu Almanya ile İtalya takip ediyor.

Cavsg
Gazze Şeridi sınırında İsrail'in kundağı motorlu topçu silahı (İsrail ordusunun web sitesi)

Kanada ve Hollanda, uluslararası insancıl hukuku ihlal edecek şekilde kullanılabileceği, Gazze'de sivillerin ölümüne ve yerleşim alanlarının tahrip edilmesine yol açabileceği endişesiyle İsrail'e silah sevkiyatını durdurdu.

İsrail'in silah tedarikçileri hakkında bazı detaylar:

Amerika Birleşik Devletleri

ABD'li yetkililer, Washington'un İsrail'e her biri 907 kilogram ağırlığında 1.800 adet ve her biri 225 kilogram ağırlığında 1.700 bombadan oluşan silah sevkiyatını askıya aldığını açıkladı.

ABD'li bir yetkili, ABD'nin bu kararı, "907 kilogramlık bombaların kullanımının (Refah gibi) kalabalık kentsel alanlarda yaratabilecekleri etkinin boyutu" konusundaki endişeler nedeniyle aldığını söyledi.

Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail 2016 yılında, 2018 - 2028 dönemini kapsayan üçüncü bir on yıllık mutabakat zaptı imzaladı; bu mutabakat zaptı, 38 milyar dolarlık askeri yardım, 33 milyar dolarlık askeri teçhizat alımı ve füze savunma sistemleri için 5 milyar dolarlık hibe sağlanmasını öngörüyordu.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından mart ayında açıklanan verilere göre İsrail, 2019-2023 yılları arasında ABD'nin askeri yardımlarının yüzde 69'unu aldı.

İsrail, dünyada şimdiye kadar üretilmiş en ileri teknolojiye sahip savaş uçağı olan F-35'i kullanan ilk ülkedir.

İsrail bu tipte 75 uçak satın alıyor, bunların 36'sını geçen yıl teslim aldı. Uçakların bedelleri Amerika'nın yardımıyla ödeniyor.

ABD ayrıca İsrail ile Lübnan Hizbullah grubu arasındaki 2006 savaşından sonra geliştirilen, İsrail'in Demir Kubbe kısa menzilli füze savunma sistemini geliştirmesi ve silahlandırmasında da yardımcı oldu.

Amerika Birleşik Devletleri, füze savunma sistemi için İsrail'e defalarca yüz milyonlarca dolar gönderdi.

Washington ayrıca, 100 ila 200 kilometre mesafeden fırlatılan füzeleri vurmak için tasarlanan İsrail'in "Davud Sapanı" sisteminin geliştirilmesine de finansman sağlıyor.

Almanya

Almanya'nın İsrail'e savunma ihracatı, Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'in güneyine düzenlediği saldırı ve ardından başlayan Gazze savaşı sonrasında Berlin'in lisans başvurularını öncelikli olarak ele alması nedeniyle 2023 yılında bir önceki yıla kıyasla neredeyse on kat artarak 326,5 milyon avroya (351 milyon dolar) yükseldi.

Ancak bu yılın başından beri, İsrail'in Gazze'deki savaşına yönelik uluslararası eleştirilerin artmasıyla birlikte, Alman hükümetinin İsrail'e çok daha az sayıda askeri silah ihracatına onay verdiği görülüyor.

 Bir milletvekilinin soru önergesine yanıt veren Ekonomi Bakanlığı 10 Nisan'da yaptığı açıklamada, hükümetin o ana kadar sadece 32.449 avro değerinde sevkiyata izin verdiğini belirtti.

Verileri ilk yayınlayan Alman Haber Ajansı (DPA), Almanya'nın İsrail'e ağırlıklı olarak hava savunma sistemleri ve iletişim ekipmanları için parça tedarik ettiğini bildirdi.

İhraç edilen silahlar arasında 3.000 taşınabilir tanksavar silahı ve otomatik ya da yarı otomatik ateşli silahlar için 500.000 mermi yer almaktadır.

DPA, lisansların çoğunun kara araçları ve silah geliştirme, montaj, bakım ve onarım teknolojisi ihracatına verildiğini belirtti.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre Almanya, 2019-2023 yılları arasında İsrail'e yapılan askeri yardımın yaklaşık yüzde 30'unu sağladı.

İtalya

Bir Dışişleri Bakanlığı kaynağı 9 Mayıs'ta, ABD ve Almanya'dan sonra İsrail'in en büyük üç silah tedarikçisinden biri olan İtalya'nın, Gazze savaşının başlamasından bu yana yeni ihracat onayları vermeyi durdurduğunu doğruladı.

Kaynak Reuters'a "Her şey durdu. Son siparişler kasım ayında teslim edildi" dedi.

İtalyan yasaları, savaş halindeki ve uluslararası insan haklarını ihlal ettiği düşünülen ülkelere silah ihracatını yasaklamaktadır.

Savunma Bakanı Guido Crosetto mart ayında İtalya'nın İsrail'e silah ihraç etmeye devam ettiğini, ancak silahların Gazze'deki sivillere karşı kullanılmayacağını doğruladıktan sonra emirleri imzaladığını söyledi.

İtalya, yalnızca Aralık ayında İsrail'e 2022'nin aynı ayında gönderdiği miktarın üç katına denk gelen 1,3 milyon avro değerinde silah gönderdi.

dsfvebtn
İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevy ve arkasında bir İsrail F-35) uçağı, hava üslerinden birinde (İsrail Ordusu web sitesi)

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) tarafından hazırlanan bir rapora göre İtalya, 2019-2023 yılları arasında İsrail'e helikopterler ve deniz toplarını da içeren askeri yardımın yaklaşık yüzde birini sağladı.

Birleşik Krallık

İngiltere İsrail'in en büyük silah tedarikçilerinden biri değil. ABD'nin aksine İngiliz hükümeti İsrail'e doğrudan silah vermiyor, bunun yerine şirketlere F-35 parçaları gibi, genellikle ABD tedarik zincirlerinin bir parçası olan bileşenleri satmaları için lisans veriyor.

İngiltere, geçtiğimiz yıl İsrail'e en az 42 milyon pound (52,5 milyon dolar) değerinde savunma ekipmanı satışı için ihracat lisansı verdi.

Lisanslar mühimmat, insansız hava araçları, hafif silah mühimmatı, uçak ve helikopter parçaları ile saldırı tüfekleri gibi kalemleri içeriyordu.

Başbakan Rishi Sunak dün (Perşembe) Parlamento'ya, İngiltere'nin dünyadaki en katı ruhsatlandırma izleme sistemlerinden birini uyguladığını ve İsrail'in insani hukuka uyumuna ilişkin tavsiyeleri periyodik olarak gözden geçirdiğini söyledi. Sunak “İhracat lisansları konusunda son değerlendirmeden sonra da durum değişmedi” ifadelerini kullandı.

cdfvbgr
"Davud Sapanı" hava savunma sistemi (arşiv- Reuters)

Bazı sol muhalefet partileri Gazze'deki yüksek ölü sayısı karşısında hükümeti ihracat lisanslarını iptal etmeye ve silah ihracatının devam edebileceği değerlendirmesine yol açan hukuki tavsiyeleri kamuoyuna açık şekilde yayınlamaya çağırdı.

Kanada

Kanada hükümeti 20 Mart'ta yaptığı açıklamada, 8 Ocak'tan beri İsrail'e silah ihracat lisanslarını askıya aldığını ve Ottawa silahların insancıl hukuka uygun olarak kullanılacağını garanti edene kadar dondurmanın devam edeceğini duyurdu.

Uluslararası insan hakları grupları, İsrail'in Gazze'deki bombalamaları ve kara saldırılarında ölenlerin çoğunun sivil olduğunu söylüyor.

cdfv
İsrail savaş uçağı (AFP)

Kanada, 7 Ekim'deki Hamas saldırısından bu yana en az 28,5 milyon C$ (21 milyon dolar) değerinde yeni satış izni vererek, bir önceki yıl yaptığı satış miktarını aştı.

Hollanda

Hollanda hükümeti, bir temyiz mahkemesinin kararında, yedek parçaların insancıl hukuku ihlal edecek şekilde kullanılma riski bulunduğu sonucuna varmasının ardından şubat ayında İsrail'e F-35 yedek parça sevkiyatını durdurdu. Hükümet mahkeme kararını temyize götürüyor.


Burhan'ın ‘hayırları’ Cidde Platformu müzakerelerinin kaderini nasıl etkiler?

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan (arşiv)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan (arşiv)
TT

Burhan'ın ‘hayırları’ Cidde Platformu müzakerelerinin kaderini nasıl etkiler?

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan (arşiv)
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan (arşiv)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında bu ay Cidde’de yapılması beklenen müzakerelerin kaderi, Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan'ın çarşamba günü yaptığı ve “HDK yenilgiye uğratılana kadar müzakerelere, barışa ve ateşkese hayır” gibi üç maddeyi içeren sert açıklamalarının ardından belirsizliğe sürükleniyor.

ABD'nin Sudan Özel Temsilcisi Tom Perriello, Sudan'la ilgili Cidde Platformu müzakerelerinin Mayıs ayında yeniden başlayacağını bildirdi.

Üst düzey siyasi ve diplomatik kaynaklar, Burhan'ın açıklamalarını “sahadaki askerlerini harekete geçirmek için yapılan bir konuşmadan başka bir şey değil” olarak nitelendirdi. Kaynaklar, Perriello’nun daha önce belirlediği süre olan bu ay içerisinde Cidde Platformu müzakerelerine geri dönülmesi için iki taraf arasında ‘masa altında gizli müzakereler yürütüldüğünü’ açıkladı.

Burhan, çarşamba günü Egemenlik Konseyi'nin medya platformları tarafından da yayınlanan konuşmasını, ülkenin kuzeyinde bulunan Nil Nehri eyaletindeki ordu güçlerini teftiş ettikten sonra gerçekleştirdi.

Burhan, “Terörist isyancı milislere (HDK) karşı mücadelemiz, bu ülke bu suçlu isyancılardan kurtarılana kadar durmayacaktır. Bu onurlu ülkeyi yok eden, vatandaşların mallarına saygısızlık eden, en iğrenç ihlalleri gerçekleştiren ve Hartum, el-Cuneyne ve El Cezire'de özgür kızlarımıza tecavüz eden bu canileri mağlup edene kadar mücadeleyi bırakmayacağız” şeklinde konuştu.

HDK Sözcüsü el-Fatih Kuraşi ise Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, “Burhan'ın konuşmasının art arda yenilgiler alan güçlerinin moralini yükseltmeye yönelik olduğunu” söyledi.

Kuraşi, Burhan'ın ‘ordunun genel komutanlığını kuşatan ve başkanlık sarayı ile başkent Hartum'un merkezindeki stratejik askeri bölgeleri kontrol eden HDK'yi yenemeyeceğine’ inanıyor. Kuraşi, HDK liderliğinin “Sudan halkının çektiği acılara son vermek için uzlaşma ve barıştan yana olduğunu ve hedeflerinden birinin de savaşı sürdürmemek olduğunu” ifade etti.

“HDK delegasyonu her an Cidde müzakerelerine katılmaya hazırdır” diyen Kuraşi, Sudan ordusunun savaşı sürdürmeye karar vermesi halinde güçlerinin ‘hazır ve sahada konuşlanmış’ olduğunu vurguladı.

HDK Sözcüsü, Burhan’ı karar alırken, ülkeyi yönetmek üzere yeniden iktidara gelmek için savaşı sürdürmek isteyen Müslüman Kardeşler'den (Sudan İslamcı hareketi) müttefiklerinden etkilenmekle suçladı.

Kuraşi, “Sudan Ordu Komutanı’nın savaşı sürdürecek askeri kapasiteye sahip olmadığını ve kuvvetlerinin son iki gün içinde Kordofan ve El Cezire eyaletlerinde büyük yenilgiler aldığını bildiğini” belirtti.

Diğer yandan adının açıklanmasını istemeyen siyasi kaynaklar “Burhan'ın çağrılarının Sudan ordusundaki gerileme durumunu yansıttığını ve yeterli askeri destek bulamadığını, bu nedenle Rusya ile ilişkileri düzeltmek için son hamlelerinin geldiğini ve asıl amacının HDK'ye karşı savaşı sürdürmek için savaş pozisyonunu güçlendirmek üzere Rusya’dan askeri destek almak olduğunu” söyledi.

Kaynaklar Burhan'ın askeri gerilimi artırma açıklamasını, “uluslararası ve bölgesel toplumdan karşı tarafın (HDK) Cidde Platformu'nda üzerinde anlaşmaya varılanlara uyacağına ve müzakere masasına dönmesinin önünü açacağına dair garanti arayışı” olarak yorumladı.

Şarku’l Avsat'a konuşan diplomatik kaynaklar, Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden savaşı durdurmak için Cidde Platformu'ndaki görüşmeleri sürdürmek üzere dolaylı istişareler yapıldığını belirterek, arabulucuların ‘tarafları kısa süre içinde doğrudan müzakere masasına itmek için yoğun baskı uyguladığını’ bildirdi.


Hızlı Destek Kuvvetleri ‘etnik temizlik’ yapmakla suçlanıyor

Sudan'ın Darfur eyaletindeki şiddet olaylarından kaçan Sudanlı mülteciler, Sudan-Çad sınırı yakınlarına göç ediyor. (Reuters)
Sudan'ın Darfur eyaletindeki şiddet olaylarından kaçan Sudanlı mülteciler, Sudan-Çad sınırı yakınlarına göç ediyor. (Reuters)
TT

Hızlı Destek Kuvvetleri ‘etnik temizlik’ yapmakla suçlanıyor

Sudan'ın Darfur eyaletindeki şiddet olaylarından kaçan Sudanlı mülteciler, Sudan-Çad sınırı yakınlarına göç ediyor. (Reuters)
Sudan'ın Darfur eyaletindeki şiddet olaylarından kaçan Sudanlı mülteciler, Sudan-Çad sınırı yakınlarına göç ediyor. (Reuters)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında Kuzey Darfur eyaletinin başkenti el-Faşir’de patlak veren çatışmalarla ilgili uluslararası uyarıların arttığı bir dönemde, HDK bir insan hakları örgütü tarafından Batı Darfur eyaletinin başkenti el-Cuneyne'de ‘etnik temizlik’ yapmakla suçlandı.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) dün (Perşembe) yayınladığı kapsamlı bir raporda, HDK’yi Batı Darfur eyaletinin başkenti el-Cuneyne'de Masalitlere karşı ‘etnik temizlik ve soykırımın gerçekleştiğini veya gerçekleşmekte olduğunu gösterebilecek’ cinayetler işlemekle suçladı. Geçen yıl Nisan ayında HDK ile Sudan ordusu arasında çatışmaların başlamasından bu yana geçen bir yıl içinde tekrarlanan ihlallerin incelendiği raporda, ‘HDK ve Arap milislerin geçen yıl sürekli saldırılarla Masalit halkının çoğunlukta yaşadığı el-Cuneyne mahallelerini hedef aldığı’ belgelendi.

Rapora göre, HDK ve müttefik milislerin el-Cuneyne'deki saldırıları, binlerce insanı öldürdü ve yüz binlercesini mülteci olarak bıraktı. Raporda ayrıca, ‘Batı Darfur'dan yarım milyondan fazla mültecinin Nisan ile Ekim sonu arasında Çad'a kaçtığı ve bunların yüzde 75'inin el-Cuneyne'den geldiği’ belirtildi.

Diğer yandan Sınır Tanımayan Doktorlar’a bağlı sağlık personeli, HDK tarafından kontrol edilen El Cezire eyaletinde yüz binlerce hastaya hizmet veren başkentteki Vad Medeni Hastanesi'nden saldırılar nedeniyle çekildi. Kuruluş, hastanedeki sağlık ekiplerinin ‘son üç ay içinde yağmalama ve araç hırsızlığı da dahil olmak üzere tekrarlanan güvenlik olaylarıyla karşı karşıya kaldığını’ belirtti.


Hizbullah azami baskı stratejisine geçiyor

Güneydeki İsrail saldırısında 4 Hizbullah üyesinin öldürüldüğü araba (sosyal medyada yayıldı)
Güneydeki İsrail saldırısında 4 Hizbullah üyesinin öldürüldüğü araba (sosyal medyada yayıldı)
TT

Hizbullah azami baskı stratejisine geçiyor

Güneydeki İsrail saldırısında 4 Hizbullah üyesinin öldürüldüğü araba (sosyal medyada yayıldı)
Güneydeki İsrail saldırısında 4 Hizbullah üyesinin öldürüldüğü araba (sosyal medyada yayıldı)

Hizbullah, Gazze savaşı sonrası aşamaya hazırlık olarak İsrail'e yönelik askeri operasyonlarını artırarak, İsrail üzerinde "maksimum baskı" stratejisine geçti.

Tel Aviv'in Refah sınır kapısını ele geçirdiğini duyurması ve ateşkes görüşmelerinin tıkanması üzerine şehrin doğusunda operasyonlara başlamasından bu yana Hizbullah, İsrail askerlerini öldürmek ve yaralamak amacıyla İsrail'in kuzeyine yönelik operasyonlarını daha önce görülmediği bir şekilde yoğunlaştırdı.

Konu hakkında bilgi sahibi bir kaynak "(Hizbullah'ın) Gazze savaşının son aşamasında caydırıcılık denklemlerini istikrara kavuşturmak amacıyla (kontrollü) politikasından (azami baskı) stratejisine geçtiğini" söyledi. Kaynak, Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada "mevcut ordunun performansı, İsrail'in her zaman istediği gibi geniş çaplı bir savaşa yol açması için çok kısıtlı olduğunu" belirtti.

"Emekli Tuğgeneral Bassam Yassin; "Hizbullah, İran ve müttefikleri Refah savaşına müsamaha gösterilmeyeceğini başından beri açıkça ifade ettiler. Bu nedenle İran doğrudan müdahalesi olmadan başta güney Lübnan cephesi olmak üzere tüm cephelerden baskı yapacaktır. Çünkü doğrudan müdahalesi iki ülke arasında bir savaş anlamına gelir" değerlendirmesinde bulundu.

Bassam Yassin, Şarku'l-Avsat'a yaptığı açıklamada, "Refah üzerindeki baskı arttıkça, sözde destek cephelerinden gelen baskı da artacaktır" dedi. Her ne kadar bu durum Refah'ı askerî açıdan etkilemese de her bölgenin kendi muharebe birimleri var. Ancak İsraillilerin ölüm ve yaralanmalarının İsrail kamuoyunun İsrail hükümetine sakinleşmesi ve ateşkesi sürdürmesi yönünde baskı oluşturmasını umuyoruz" ifadelerini kullandı.


Hamas: Ateşkes topu tamamen İsrail'in sahasında

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye (Reuters)
Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye (Reuters)
TT

Hamas: Ateşkes topu tamamen İsrail'in sahasında

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye (Reuters)
Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye (Reuters)

Hamas hareketi, bugün (Cuma), heyetinin görüşmelerin yapıldığı Mısır'dan ayrılmasının ardından yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'nde ateşkes anlaşmasına varılması konusunda "topun tamamen İsrail'in sahasında" olduğunu duyurdu.

Hamas, Filistinli gruplara hitaben yaptığı açıklamada, "Müzakere heyeti Kahire'den ayrılarak Doha'ya doğru yola çıktı. Uygulamada işgal, arabulucular tarafından sunulan öneriyi reddetti ve birçok temel konuda itirazlarda bulundu. Bizim tutumumuz, arabulucuların son teklifi üzerinde mutabakata varılan ulusal pozisyona bağlı kalmaktır. Dolayısıyla top artık tamamen işgalcilerin sahasındadır” ifadeleri yer aldı.


UNRWA, çevresi iki kez ateşe verildikten sonra Doğu Kudüs'teki genel merkezini kapattı

Birleşmiş Milletler Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini - (Reuters)
Birleşmiş Milletler Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini - (Reuters)
TT

UNRWA, çevresi iki kez ateşe verildikten sonra Doğu Kudüs'teki genel merkezini kapattı

Birleşmiş Milletler Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini - (Reuters)
Birleşmiş Milletler Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini - (Reuters)

Birleşmiş Milletler Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) Genel Komiseri Philippe Lazzarini dün (Perşembe) yaptığı açıklamada, İsrail'in, çevresini iki kez ateşe vermesinin ardından ajansın Doğu Kudüs'teki genel merkezini kapatma kararı alındığını duyurdu.

UNRWA Komiseri, "X" platformundaki hesabından yaptığı açıklamada, "Doğu Kudüs'teki karargâhımızın yakınlarının ateşe verilmesi sonucu çıkan yangında çalışanlarımız arasında herhangi bir yaralanma yaşanmadı, ancak binanın dış cephesinde ağır hasar meydana geldi" ifadelerini kullandı.

İsrail polisi ve itfaiye ekiplerinin gelmesinin biraz zaman aldığını kaydeden Lazzarini, ofis çalışanlarının yardımıyla yangının söndürüldüğünü belirtti.

Genel merkezin önünde toplanan ve bazıları silah taşıyan kalabalık,"(BM'yi) yakın" diye slogan attı.

UNRWA Komiseri, "Doğu Kudüs'teki genel merkezimizin yakınlarında yangın çıkarılması, (BM) personelinin hayatını ciddi şekilde riske atan çirkin bir gelişmedir" dedi.

İsrail'in BM personeli ve tesislerinin korunmasını sağlamakla sorumlu olduğunu belirten Lazzarini, "Saldırılardan sorumlu olanlar hesap vermelidir" ifadelerini kullandı.


Hizbullah, Malikiye'de İsrail ordusuna ait bir üssün bombalandığını duyurdu

Kiryat Şmona'da bir arabanın güney Lübnan'dan atılan roketler nedeniyle alev almasını izleyen İsrail askeri
Kiryat Şmona'da bir arabanın güney Lübnan'dan atılan roketler nedeniyle alev almasını izleyen İsrail askeri
TT

Hizbullah, Malikiye'de İsrail ordusuna ait bir üssün bombalandığını duyurdu

Kiryat Şmona'da bir arabanın güney Lübnan'dan atılan roketler nedeniyle alev almasını izleyen İsrail askeri
Kiryat Şmona'da bir arabanın güney Lübnan'dan atılan roketler nedeniyle alev almasını izleyen İsrail askeri

Lübnan "Hizbullahı" bugün (Cuma) günü erken saatlerde Lübnan'ın güneyindeki El Malikiye'de İsrail ordusuna ait bir mevziyi bombaladığını ve "teyit edilmiş yaralanmalar" kaydettiğini duyurdu.

Hizbullah, yaptığı açıklamada, bombalamanın "Gazze Şeridi'ndeki kararlı Filistin halkımızı desteklemek ve onların yiğit ve onurlu direnişini desteklemek için" yapıldığını belirtti.

Açıklmada, "İsrailli düşman kuvvetlerini izleyip ve bekledikten sonra, araçları Malikiye bölgesine ulaştığında, İslami Direniş Mücahitleri onları top mermileriyle hedef aldı ve doğrulanmış kayıplar verdirdi."

Irak silahlı grupları da bugün yaptıkları açıklamada, İsrail Eilat'ında "hayati hedef" olarak tanımladıkları bir yeri insansız hava araçlarıyla bombaladıklarını duyurdu.

Kendilerini "Irak'taki İslami Direniş" olarak adlandıran gruplar, bombalamanın Gazze halkına destek amacıyla yapıldığını belirtti."


Neuralink'in beyin çipi taktığı ilk kişide sorunlar çıktı

Neuralink, cihazın metin girişiyle imleç kontrolünü geliştirmek için çalıştığını belirtiyor (Reuters)
Neuralink, cihazın metin girişiyle imleç kontrolünü geliştirmek için çalıştığını belirtiyor (Reuters)
TT

Neuralink'in beyin çipi taktığı ilk kişide sorunlar çıktı

Neuralink, cihazın metin girişiyle imleç kontrolünü geliştirmek için çalıştığını belirtiyor (Reuters)
Neuralink, cihazın metin girişiyle imleç kontrolünü geliştirmek için çalıştığını belirtiyor (Reuters)

Neuralink'in beyin çipini denediği ilk kişide problemler baş gösterdi. Cihazın, hastanın beyninden aldığı veri miktarında azalma yaşanırken, bunun neden kaynaklandığı açıklanmadı. 

Geçirdiği dalış kazası nedeniyle 2016'dan beri omzundan aşağısı felç olan Noland Arbaugh, bu yıl ocakta Neuralink'in beyin çipi taktığı ilk kişi olmuştu. Şirketin sahibi Elon Musk, ameliyattan bir ay kadar sonra Arbaugh'un bilgisayar faresini beyniyle hareket ettirebildiği açıklamış, martta da hastanın satranç oynadığı görüntüler paylaşılmıştı.

Nöroteknoloji şirketi dün yaptığı açıklamada, operasyondan birkaç hafta sonra Arbaugh'un beynindeki implantın bazı ipliklerinin yerinden çıkmasıyla bir miktar verinin kaybolduğunu belirtti. Neuralink'in blog yazısında 29 yaşındaki hastanın imleci kontrol etme hızı ve hassasiyetinde azalma olduğu aktarıldı. 

sdc
8 yıldır felçli olan Noland Arbaugh, Neuralink'in beyin çipi taktığı ilk kişi oldu (Neuralink)​​​​​

Öte yandan şirket implantı daha hassas hale getirerek performansını ilk baştakinden daha ileri seviyeye taşımayı başardığını açıkladı. 

Musk'ın şirketi bu arızaya neyin yol açtığını açıklamasa da bazı tahminler var. Wall Street Journal'ın (WSJ) olaya yakın kaynaklardan aktardığı üzere ipliklerin çıkmasına, ameliyattan sonra Arbaugh'un kafatasının içinde hava sıkışması yol açmış olabilir. Bu durum hastanın sağlığını tehdit etmese de çipin çıkarılmasının gündeme geldiği bildirildi. 

Beyin implantı alanında çalışan bazı uzmanlar da ipliklerin bağlandığı cihazın beyin dokusunun yüzeyine değil, kafatası kemiğine konması sonucu bu sorunun çıkmış olabileceğini düşünüyor. 

Başka bir beyin implantı şirketi Paradromics CEO'su Matt Angle, genellikle doğrudan beyin dokusunun üzerine yerleştirilen beyin implantlarının, burada "su üzerindeki bir tekne gibi" hareket ettiğini söylüyor. Angle'a göre beyin implantının ipliklerin çıkması "normal değil".

Neuralink daha önce domuz, koyun ve maymunlara N1 adlı beyin çipini takmıştı. Arbaugh henüz tek insan denek olmasına karşın şirket bu yıl 10 kişiye daha implantı yerleştirmeyi planlıyor. 

Nöroteknoloji şirketinin kurucu ortağı  Dr. Benjamin Rapoport geçen hafta güvenlik endişeleri nedeniyle şirketten ayrıldığına işaret etmişti. 2016'da Elon Musk'la birlikte Neuralink'i kuran Rapoport iki yıl sonra ayrılmış ve kendi beyin-bilgisayar arayüzü şirketi Precision Neuroscience'ı kurmuştu.

WSJ'nin The Future of Everything adlı poscast'inin 3 Mayıs'taki bölümüne katılan Rapoport, "Profesyonel hayatımın neredeyse tamamını sinirsel arayüzleri bilim dünyasından tıp dünyasına taşımaya adadım" demişti.

Ancak tıp ve teknoloji dünyasına geçerken güvenliğin her şeyden önemli olduğunu hissettim.

Independent Türkçe, Wall Street Journal, Economic Times, Futurism, Neuralink