Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Yağmurlar, çöküşler ve heder edilen ömürler

Her insanın anlatmayı sevdiği bir hikâyesi vardır. Hikâyeleri ve dinleyici rolünü çok severim. Ama konuşmacı rolünden nefret ederim. Her zaman şoförlerin bir şehrin defteri, atan nabzı ve dertlerinin en sadık anlatıcısı olduğuna inanırım. New York ziyaretim sırasında otelim ile havalimanı arasındaki yolculuğum sırasında bu düşüncem bir kez daha kanıtlanmış oldu.
Bindiğim taksinin şoförü bana Arap olup olmadığımı sorarak sohbeti başlattı ben de öyle olduğumu itiraf ettim. Ardından hangi Arap ülkesinden olduğumu sordu. Lübnanlı olduğumu öğrenince, kendisinin Lübnan’ı hiç ziyaret etmediğini ama onun güzel ve lezzetli bir ülke olduğunu duyduğunu söyledi. Lübnan’ın güzel bir ülke olduğunu ya da bir zamanlar bu vasfı hak ettiğini inkâr edemem ama lezzetli olduğu meselesi biraz zor ve karmaşık. Doğrusu benim de bir yorum yaparak bu konuyu uzatmak gibi bir niyetim yok.
Şoför bana, New York’ta yaşadığı için mutlu olduğunu, burada hayatın zor olduğunu ve çok çalışması gerektiğini ama en azından kendini insan olarak hissedebildiğini söyledi. Vatandaşların vergilerini ödediğini buna karşılık devletin de onların haklarını savunduğunu, herhangi bir saldırıya veya haksızlığa maruz kaldığında herkesin mahkemeye başvurabileceğini, yargıçın kişilerin kökenine ya da derisinin rengine bakmadığını, o günlerin geçtiğini ve normal bir ABD vatandaşının başkana bile dava açabileceğini anlattı.
Donald Trump’ın başkanlığının kendisini endişelendirmediğinden, hatta politikalarının ekonomi için yararlı göründüğünden, diğer şeylerin bir önemi olmadığından, istediği zaman gidip onun aleyhine oy verebileceğinden çünkü burada başkanların gelip geçici olduğundan bahsetti.
Bu sözleri söyledikten sonra bölgemizde başkanların uzun süre iktidarda kalması ile ilgili bir yorum yapmam için bir süre sustu. Ama ben yorum yapmamayı tercih ettim çünkü cevap vermek yerine soru sormayı tercih ediyorum.
Bir gün milyoner olmayacağını çünkü mesleğinin bu tür hayalleri gerçekleştirmesine yardımcı olmayacağını bildiğine dikkati çekti. Ama yine de rahat ve huzurlu olduğunu, buna ek olarak sağlık sigortasının da olduğunu söyledi. Yaşamının geri kalanını huzurlu bir şekilde geçirmek için ABD’ye geldiğini çünkü geldiği ülkede insanların kaybetmeye mahkûm bir şekilde hayata başladıklarını, ülkesine dönmeyi hiçbir şekilde düşünmediğini ve bu boşanma kararından dönmemekte kararlı olduğunu vurguladı.
Hukukun hüküm sürmediği bir ülkede yaşamayı bir trajedi olarak niteleyerek ciddi devlet kurumların yokluğunun eninde sonunda yıkıma neden olacağını söykedikten sonra bana başından geçen bir olayı anlattı. Anlattığına göre; gençlik yıllarının başında sürücü belgesi almak için başvuruda bulunmuş ve kendisine sınav için bir tarih vermişler. Sınav günü kardeşi ile birlikte sınavdan sorumlu memurunun ofisine gitmişler ve beklemeye başlamışlar. Bir müddet sonra sınav yapmadan kendisine imzalı sürücü belgesini vermişler. Kendisini sınavdan muaf tutmalarının nedenini sorduğunda ise memurun ofisinde bulunduğu için kendisine sınav yapmadıkları karşılığını vermişler. Oradan ayrılacakları zaman kardeşi, samimi bir şekilde memurun elini sıktıktan sonra memnuniyetini belirtmek için eline bir şeyler sıkıştırmış. Bu olayın kendisini çok korkuttuğunu söyleyen şoför, akrabalarının kendisine bazı üniversite öğrencilerinin sınavdan önce soruları satın aldıklarını anlatmasıyla bu korkusunu daha da arttırdığını belirtti.
Ardından ömürleri heder etmenin en az kan dökmek kadar kötü olduğunu, vatandaşların memurlara rüşvet vermeden ya da tanıdıkları biri olmadan yürümeyen işlemlerin ve dosyaların peşinde koştururken hayatlarını heder ettiklerini söyledi. Bir yıl önce akrabalarını ziyaret ettiğinden, ama şansına ziyareti sırasında şiddetli yağmurların bastırdığından, başkentin nasıl da sular içinde kaldığından, suda ilerleyemeyen arabalardan, yardım çağrılarından ve suda yüzen çöplerden, büyük maddi zararlardan, uzun saatlerden bahsetti. Ardından durumu kısaca şu şekilde özetledi: ”Ülkelerimiz yaşamaya uygun değil. Geri kalmış okullar, işsizlik ve yolsuzluk insanların ömrünü harcıyor ve heder ediyor.”
Bu ömrü heder etme ifadesi doğrusu çok hoşuma gitti. Yoksulluk, cehalet, yolsuzluk, plan ve kurumların yokluğu ömürlerimizin heder olmasına neden oluyor. Geri kalmış eğitim kurumları, milyonlarca öğrencinin iş dünyasının ihtiyaç duymadığı alanlarını tercih etmesi, yine iş dünyasının olumsuz ve fırsatçılığı teşvik eden ortamı, ardı ardına yaşanan devrimlerle başdöndürücü bir hızda ilerleyen bir çağda teknoloji okuryazarlığı düzeyinin bu kadar düşük olması kısacası tüm bunlar ömürlerin heder olmasına kapı aralıyor. Aynı şekilde mezhepçi, etnik ve karanlık söylemler de ömürlerin heder edilmesi ve daha güzel hayatlar için fırsatların kaçırılması anlamına geliyor. Bu çerçeveden bakıldığında geniş ölçekli göçler olgusunun arkasında yatan nedenler anlaşılır bir hale geliyor. İnsanlar ülkelerinde kalmalarının, kendileri ve çocuklarının ilerlemesinin önünde bir engel teşkil ettiğini düşünüyorlar. Öyle ümitsizler ki ölüm botları ile bile olsa bu hayattan kaçmak istiyorlar. Gelecek konusunda uzman kişiler; doğdukları ülkelerdeki yönetimlerin devam eden başarısızlıkları nedeniyle ülkelerinden kaçan insanlardan oluşan çok daha büyük göç dalgalarının gelecek 20 yılda Avrupa kıyılarını vuracağından bahsediyorlar.
Araplar eskiden yağmuru hoşnutlukla karşılar, onun kendilerine bereket getireceğine inanır ve çabucak gelmesini isterlerdi. Yağmur; toprağın damarlarına hayatın akması, ağaçların, çiçeklerin ve bereketin uyanması demekti. Ama son günlerde Arapların var olan sorunlarına yeni bir sorun daha eklendi. O da yağmur ve seller. Yağmur her şiddetli yağdığında bir şekilde kendimizi bir skandalın karşısında buluyoruz. Yağmur yağıyor ve biz utanç içinde kalıyoruz. Çünkü yağmur suları kanalizasyon sistemlerine akmıyor. Nedeni ise yolsuzluk. Ardından caddeler ve sokaklar göllere dönüşüyor, insanlar evlerine gidebilmek için botları ve tekneleri kullanmak zorunda kalıyor. Bu skandal; sivil savunma ve itfaiye gibi kurumlara da uzanıyor. Zira çok daha önemsiz işler için kaynaklar heder edilirken modern ekipmanlara sahip olması halinde insanların hayatlarını kurtaracak kurumlara ayrılan kaynaklar da kesintiye gidiliyor.
Allah bu sosyal paylaşım araçlarının belasını versin. Hiçbir skandal ya da trajedi onların gözünden kaçmıyor. Her şeyi kaydedip gece gündüz fark etmeden her şeyi açık bir şekilde bize gösteren bir haber platformuna dönüşen telefonlarımıza gönderiyor. Bunu söylememin nedeni, birkaç gün önce, Beyrut da buna benzer bir krize ve skandala tanıklık etmemiz. Doğrusu bunun tek sorumlusunun yağmur suları olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü Lübnan’da neredeyse her alanda ömürler heder ediliyor. Var olan ilginç ve korkunç siyasi ilkeler, vatandaşların onurunu gözle görülür ve küçük düşürücü bir şekilde ayaklar altına alıyor. Siyasi sistem bir hükümet kurmayı başarana kadar aylar heder ediliyor, çok karmaşık nedenlerden ötürü parlamento devre dışı bırakılıyor ve başbakanlık konutu da aslında hiçbir şeyi kurtaramayacak o kurtarıcıyı bekliyor.
Konuşmaktan ve ağıt yakmaktan yorulduk. Gerçekler ise çok acı. Kuşkusuz yerlerinde sayanlar geriye gitmeye mahkûmdurlar. Bu nedenle dünyanın bazı ülkeleri geleceğe doğru ilerlerken bizler çöküş ve ömürleri heder etme yolculuğumuza devam ediyoruz.